O masada işçinin emekçinin hakkını alma ihtimali yok. Tıpkı Memur ve Memur Emeklilerinin Toplu Görüşmeleri gibi iş ola beri gele türünden toplantılar, görüşmeler bunlar

Yataktan kalktığında hiç keyfi yoktu! Son zamanlarda hemen hemen her hafta sonu çıktığı yorucu seyahatler yaşlı bedenini iyice yormuş, bu nedenle vücut direnci giderek zayıflamış, sonunda paçayı kaptırdığı grip hastalığı da günlerdir canından bezdirmişti.

Üstelik, kendisi  gibi yaşlı ve yorgun arabası da haftalardır sürekli arıza vermiş, hiç hesapta olmayan bir dünya masrafa yol açmıştı.

Sonunda yolu yine Yaşar Ustaya düşmüş, onun yokluğunda oğlu Mustafa derdine derman olmaya çalışmıştı.

Yaşar Usta kendisi gibi Karadenizli olduğu için ona ayrı bir güveni vardı. İlk tanıştığı günden bu yana ne zaman işi düşse hiç bekletmeden yapar, yaptığı işin arkasında da dururdu.

Mustafa Usta “Osman Amca” dedi, “bu arabanın radyatör yedek su deposu mecburen değişecek, tamiri mümkün değil”! “Yapta nasıl yaparsan yap Mustafa” diye cevap verdi “yeter ki bu dertten kurtar beni”.

“Tamam o zaman Osman Amca” diye cevap verdi Mustafa. “Hele motor biraz soğusun en geç bir iki saat içinde hallederim senin işini. Depo kayıtlarına baktım, yedek parça da var elimizde”.

“Ben işimi bitirdikten sonra beş kişiyle bin bu düldüle; vur Sakar Rampasından yukarıya doğru, birinci vites, dört bin beş bin devirde, bağırta bağırta çık o rampayı, hararet yaptır, su eksilttir gel, dile benden ne dilersen”.

Aradığı söz buydu zaten! Ben yaptığım işin arkasında dururum diyordu gencecik çocuk. Demek ki babasına çekmiş. “İyi o zaman” dedi “ben biraz dolaşıp gelirim Mustafa, sana kolay gelsin”.

Oto Teknik’ten çıktı. Kaportacı Selçuk’la biraz ayaküstü sohbet ettikten sonra yan taraftaki egzos tamircisine uğradı. Usta ortalıkta yoktu ama çıraklar hemen buyur edip bir de çay koydular önüne. Sadık Kalfa “Osman Emmi sen bilin” dedi “Kulaan deliktiğ senin. Ni de olsa taa Angara’laadan gelip yerleşdin burlaa. Askeri Ücret gaç para olu”?

“Asgari Ücreti mi soruyorsun” diye sordu Sahaf Osman, “evet abi onu” diye cevap alınca “ne bileyim ben Sadık” diye cevapladı. “Doğru düzgün doy(a)mayacağınız ama açlıktan da öl(e)meyeceğiniz bir yerde bağlarlar o işi”. “Hee zaman ööle oluyo zaten Osman Emmi” dedi Sadık Kalfa “üsdelik patron tayfası fazla buluğsa Askeri Ücreti; ya o parayı vermiyo, ya da işten çıkarıyo bizim gibi garibanlaa”.

“İşsizlik almış başını gitmiş memlikette, neyse ki bizim patron o gadaa da vijdansız değel, en azından işten çıkaamaz bizi”.

Yan taraftaki dükkandan geldi cevap “şu Ankara’da bıdı bıdı eden Sendika Ağalarına vereceksin o parayı, onlar geçinsin de görelim. Milletvekilleri gibi yıllarca bizim sırtımızdan keyif sürüyor namussuz herifler, biz ise sürünüp duruyoruz”.

“Senin maaşın kaç paraydı Osman Amca” dedi çıraklardan biri “eskiden sende sendika başkanıymışsın”.

“O tarihte çalıştığım iş yerinde kaç para maaş alıyorsam o kadardı Serhat” diye cevap verdi. “Nasıl yani?” dedi Serhat “bedavaya mı başkanlık yaptın sen? Makam araban falan da yok muydu senin“?

“Yoktu” diye cevap verdi “temsil ettiğim insanların makam arabası mı vardı ki, benim olsun”! “Abdulrezzak babam çok anlattı bunları” diye araya girdi Honda Ustası Murat “kayınbabamların sendikasının başkanıymış zamanında Osman Abi, onların sendikasında ağalık mağalık yokmuş, kayınbabam da dahil bu kuşak meccanen sendikacılık yapmış hep”.

“Peki bu doğru mu Osman Amca” dedi başka bir çırak “tabii ki doğru oğlum niye yalan söyleyelim. Bizim sendikanın tüzüğü, sendika merkez yönetim kuruluna seçilip aylıksız izne ayrılanların ücretini çalışırken aldığı maaş ve/veya ücretten  fazlasını almaya izin vermeyecek şekilde düzenlenmişti” diye cevap verdi.

Sonra biraz da böbürlenerek; “tüzüğü yazanlar arasında ben de vardım o zamanlar”.

Çırak Serhat “kusura bakma da Osman Amca buna kimse inanmaz. Ne demişler bal tutan parmağını yalar. Onca paranın başında duran adamların ‘ben bir kuruş haram yemedim’ demelerine kimse inanmaz bu devirde”.

“Bak Serhat” diye söze başladı Sahaf Osman “ister inan, ister inanma bizim sendikalarımızda öyle işler olmaz. KESK’i kuran irade işin başında belirledi buna benzer ilke ve kuralları”.

“Biz sadece sendika yöneticisi değil, devrimci ahlak sahibi kadrolardık aynı zamanda. Sendikalarımızın aylık geliri tabii ki çok da büyük paralardı o zamanlar ama o paralar bizim babamızın parası değil, örgütümüzün bize emanetiydi”.

“Peki ya şimdikiler nasıl Osman Amca” dedi Kaportacı Selçuk Ustanın oğlu. “Bak şimdi paşam” dedi. “Bu işlerde eski yeni, geçmişteki şimdiki falan olmaz. Hem sendikacılık diye bir meslek de yoktur zaten. Siz televizyonlardan gördükleriniz üzerinden herkesi yargılıyorsunuz ama işin aslı öyle değil”.

“Biz aldığımız ücretleri sendikanın internet sitesinden her ay düzenli olarak yayınlardık mesela. Bizim sendikalarımız; sağda solda haram helal meselesi üzerinden laf salatası yapmayan ama hiç bir konuda yemin etmeye ihtiyaç da duymayacak kadar namuslu olan kadrolara emanettir”.

“Tamam Osman Amca” dedi bir başkası “peki ya Türk-İş, Hak-İş, DİSK oralarda sendikacılık yapanlar nasıl? Onlara da kefil misin”?

“Onların içine fazlaca girmedim. Belli dönemlerde ortak işlere imza atmış olsak da, bu tür bilgilere net olarak vakıf değilim. Ama yine de tam da bizim gibi olduklarını söyleyemem”.

“Yıllar önce, genel başkan sıfatı taşıdığım dönemlerde sendikal faaliyet amacıyla Kocaeli’ye gitmiştim. Orada bizim sendikanın o zaman ki şube başkanı Akın adında bir genç arkadaş, otobüs terminalinde bir işçi sendikasının şube başkanının makam arabasıyla karşılamıştı beni de cidden şok olmuştum! Bir defa sendika başkanı makam arabasına binmişliğim vardır hayatta, o da işte bu olaydan ibarettir. Bir daha da binmedim”.

“Eee” dedi Hondacı Murat Usta “ne olacak bizim Asgari Ücret işleri Osman Abi, sen ne diyorsun bu konuda”?

“Bakın çocuklar” dedi Sahaf Osman “siz emekçiler baştan yenik giriyorsunuz bu sözde mücadeleye zaten”.

“Asgari Ücret Tespit Komisyonunda kimler var? İşçiler adına TÜRK-İŞ Konfederasyonu ve ona bağlı sendikalardan beş kişi, İşverenler adına TİSK ve TİSK içinde yer alan işveren sendikalarından beş kişi, Devlet/Hükümet adına da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı dahil onunla birlikte toplantıya katılan bürokratlardan oluşan beş kişi”.

“Bunlar yeni Asgari Ücreti belirlemek için her yıl Aralık ayında toplanır. Toplam dört toplantı yapılır. Son toplantıda, en az on üyenin katılımı ve oy çokluğuyla bir sonraki yılın Asgari Ücreti belirlenir”.

“İşçi Sınıfını temsilen toplantıya katılan TÜRK-İŞ üyesi beş kişi belirlenen rakamı kabul etmese bile, yasaya göre Muhalefet Şerhi yazarlar hepsi işte bu kadar”.

“Her daim en azından üçte iki çoğunluğu elinde tutan Devlet/Hükümet temsilcileriyle TİSK üyeleri ne derlerse o olur yani. İşin aslı, yıllardır sürüp giden bir Orta Oyunudur her yıl sahnelenen”.

“Mesela, Asgari Ücret ne kadar bu ülkede 11.400 lira. Açlık Sınırı kaç para 14.000 civarında. Peki ya Yoksulluk Sınırı o da 45.700 lira falan kabaca”!

“Yasaya göre Asgari Ücret sadece bir işçi esas alınarak tespit edilir. Açlık Sınırı ve Yoksulluk Sınırının hesabında ise dört kişilik Çekirdek Aile esas alınır”. “Peki Asgari Ücretle çalışan tüm işçiler tek başına mı, bekar mı? Değil. Dört kişilik bir ailede herkesin bir işinin olması mümkün mü bu memlekette? O da mümkün değil”!

“Ailenin geride kalan tüm üyelerine; bir işyerinde çalışmadığı için emeği görmezden gelinen ev hanımı eşlerine, küçük veya işsiz çocuklarına, yaşlılarına, hastalarına, anne ve babalarına bakmak zorunda olan Asgari Ücretliler ne yapacak bu durumda”? “Muamma”!

“Üstelik bu tür hesaplamalarda, her daim Devlet/Hükümet tarafından belirlenen ‘Tahmin Edilen Enflasyon Rakamı’ esas alınır, ‘Gerçekleşen’ değil”!

“Önce enflasyon karşısında iyice bir ezdirir canını çıkarırlar emekçilerin, altı ay bir yıl sonra güya enflasyon farkı verip bir de alkış bekler ahlak yoksunu siyasetçiler”!

“Yani sizin anlayacağınız o masada işçinin emekçinin hakkını alma ihtimali yok. Tıpkı Memur ve Memur Emeklilerinin Toplu Görüşmeleri gibi iş ola beri gele türünden toplantılar, görüşmeler bunlar”!

“İşin doğrusu Asgari Ücret tespit edilirken de Memur ve Memur Emeklilerinin Toplu Görüşme Süreçlerinde de; işyerlerinde grevler, sokaklarda eylemler olmadığı sürece bu OrtaOyunu her yıl yeni baştan oynanır durur!

“Olur mu Osman Amca” dedi Oto Elektrikçi Abdullah Usta. “Hükümet niye her seferinde patronların dediğine fit olsun ki”?

“Sonuçta Cumhurbaşkanımız ne derse o olur bu memlekette. O böyle bir haksızlığa izin verir mi sanıyorsun”? “Sonra TÜRK-İş yamuk yaparsa DİSK var”!

“He ya” dedi Çaycı İlhan “DİSK var! Onun da başkanı ‘Asgari Ücret en azından Yoksulluk Ücretinin Yarısı kadar olsun’ dedi çıktı kenara”.

“DİSK’in bildiği bir tek iş var, o da DİSK-AR diye bir yerde her ay hesaplanan yoksulluk, enflasyon ıvır zıvır rakamlarını açıklayıp durmak. Başkaca bir işe de yaramaz onlar. Hani okumadık cahiliz, tamam eyvallah ama; markete pazara biz de gidiyoruz sonuçta. Enflasyonun yüzde kaç olduğunu yaşayarak da olsa öğreniyoruz biz! Tahsilimiz yok ama salak falan da değiliz yani”.

“La bi durun allah aşkına” diye araya girdi Hondacı Murat. “Bi konuşturmadınız Osman Abimi, bi susun da lafını tamamlasın adam yaa”.

“Kızma Murat” diye söze başladı Sahaf Osman “nerde kalmıştık”? “Devlet/Hükümet her zaman işveren tarafını tutar diyordun Osman Amca” diye hatırlatmada bulundu üstü başı kir pas içinde bir çırak.

“Haa tamam” dedi ve devam etti “siz adına ister devlet deyin ister hükümet, sonuçta sınıfsal olarak hangi kesimi temsil eder bu ülkede? Sermayeyi! Neden? Çünkü biz kapitalist bir ülkede yaşıyoruz da ondan”.

“Sosyalist değil, ama hiç değilse Sosyal Devlet vasfı taşıyan bir Hukuk Devletinde yaşıyor olsaydık; en azından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı “İşçi Sınıfı’ lehine tavır takınmak zorunda kalırdı ama maalesef bizim ülkemiz için en azından mevcut koşullarda bu bile mümkün değil”.

Cin gibi bir delikanlı lafa girdi “iyi de amca, sen başından beri bu işin üç tarafı var dedin! Üçü de bize karşı anlattığına göre”.

“Evet delikanlı” diye cevap verdi ona “maalesef durum bu! Bak bu komisyon iki toplantı yaptı daha ağzına rakam alan bile olmadı. Tüm kanallarda Merkez Bankası Başkanının geçinemiyorum edebiyatı yayınlanıyor yedi gün yirmi dört saat”.

“Hanımefendi annesinin evine taşınmış da bilmem ne! Ek gelirleri hariç sadece maaşı 161.000 lira olan bir insan bunu diyorsa, asgari ücretli garibanlar ne yapsın”?

“Ne yapacak gidip komünist DİSK de örgütlensinler demek istiyor Osman Amca ama çaktırmadan söylüyor işte aklı sıra” dedi Pimapenci Hasan.

“Osman Amca başkaca bir şey bilmez! Ona göre her şeyin iyisi soldadır, hem de en aşırı solda. Ama sorsan DİSK başkanının maaşından hiç bahsetmez”.

“DİSK bünyesinde seçilen genel başkanların, genel sekreterlerin ve benzer ayrıcalıklara, avantajlara sahip sendikacıların yıllar boyu o sıcak koltuklarında nasıl da keyifle oturduklarından”!

“CHP’den milletvekili seçilene kadar koltuklarından kalkmayan DİSK genel başkanlarından. DİSK’te kullanılan makam arabalarından”.

“Bir taraftan ‘Özelleştirmeye Hayır’ diye eylemler organize ederken, diğer taraftan Sosyal Tesis adı altında işlettiği dört yıldızlı otelini kendi elleriyle bir nevi özelleştirdiğinden”.

“Özelleştirmeye Hayır Kampanyaları gırla giderken o otelde çalışan işçilerin bile taşeron çalışanı olmak zorunda bırakıldığından hiç dem vurmaz ama ben  bilirim”.

“Bizim büyük kayınçonun oğlu on yıl kadar önce Balıkesir Ören’de onların yanında çalıştı bir sezon kadar, anasından emdiği sütü burnundan getirdi Osman Amcanın DİSK’li yoldaşları”.

Çok kötü sıkıştırmıştı Sahaf Osman’ı Pimapenci Hasan! Neyse ki, tam o sırada Nohut Pilavcı Şadan gelmişti dükkanın önüne.

Mis gibi kokuyordu mübarek nohut pilav. “Vereyim mi abiler” diye seslendi. Vakit öğlen olmuştu zaten. Sanayideki Esnaf Lokantası bile pahalı geliyordu garibanlara. “Ver bakalım “ dedi birkaç kişi.

Sanayi esnafının çoğu çalışanları aç kalmasın  diye evinden yemek yaptırıp getirmeye başlamıştı son zamanlarda. Eğer işyeri böyle bir imkan sunmuyorsa, bu sefer çalışanlar kendileri evden yemek getiriyorlardı mecburen. Başka türlü ne karın doyurmak, ne de geçinmek mümkün değildi.

Yemek yenmeye başladığı sırada Harun Usta “ya Osman Abi sana karşı çok ayıp etti bizim Pimapenci Hasan. Biliyorsun o sonuna kadar Ak Partili bir oğlan. Tahsilli olmasına tahsilli ama böyle de densiz bir adam işte”.

“Saçma sapan konuşup canını sıktı senin farkındayım. Kusuruna bakma sen onun. İki çocuklu dul baldızına belediyede iş verdiklerinden beri iyice zıvanadan çıktı mübarek” dedi.

“Yoo” dedi Sahaf Osman “DİSK eğer biraz önce söylendiği gibi kendi kendisiyle çelişen işler yapıyorsa, o sendikalarda da ağalık türemişse, kendi çalışanları bile sendikalı değilse, özelleştirmeye karşı çıkıp kendileri böyle işlere bulaşmışlarsa; benim açımdan hiçbir mahsuru yok, herkes istediğini söyleyebilir”!

“Hatta somut olarak ortada olan bu tür gerçekler varsa, ben de katılırım onların söylemlerine. Doğru, doğrudur”.

“Altmış yıllık ömrünü İşçi Sınıfı Mücadelesiyle anlamlandırmaya çalışmış bir insanım ben. O sınıfa ihanet edenin gözünün yaşına bakmam, yeri gelir karşısına bile dikilirim”.

Son lokmalar yenilirken Yaşar Ustanın oğlu Mustafa elinde cırcır anahtarla geliverdi yanlarına.

“Osman Amca ne zamandır seni arayıp dururum sanayide. Burdamıydın? Senin arabanın işi tamam. Çok da güzel oldu. Baktım sen gelmiyorsun biraz binip zorladım da senin düldülü. Aslanlar gibi oldu maşallah! Çaylarımızı içelim, arabanı teslim edeyim sana” dedi.

“Haa” dedi “bak şimdi moralim düzeldi biraz. Biz Asgari Ücret işini bir türlü halledemedik ama bu arada en azından benim düldülün işi hallolmuş!. Darısı İşçi Sınıfının başına”…

---

*Başlık ve bazı diyaloglar, yöresel ağza göre yazıya dökülmüştür

Editör: Osman Biçer