Perşembe, Nisan 25, 2024

Asgari ücret tartışmaları: emeği itibarsızlaştırmakta son nokta

Emek piyasasının sorunlarına sadece asgari ücret üzerinden bir çözüm getirirseniz AKP iktidarıyla özdeşleşen bir “fondöten” yaklaşımının ötesine geçemezsiniz. Peki ne yapmalıyız? Çalışanların yarısının asgari ücret aldığı bir ülkede bu oranı düşürmeniz için bir yandan üretim yapısını daha nitelikli hale getirmeniz, diğer yandan da işgücü verimliliğini arttırmanız gerekiyor.

Bu ülkede kayıtlı çalışanların yarısının aldığı asgari ücreti açlık sınırı üzerinden tartışmak, milyonlarca dar gelirliyi açlıkla terbiye etmek, emeğin itibarsızlaşmasında gelinen son noktadır. Bu tartışma AKP’nin çalışana kendisini değersiz hissettirip yoksulluğu yönetme stratejisinin önemli bir parçasıdır.

Kıraathane masasında asgari ücret açıklaması

Hatırlayacağınız gibi son asgari ücret artışı kahvehane masasını andıran bir ortamda açıklandı. Özensiz, soğuk esprilerle dolu, emeğin karşılığına bahşiş muamelesinin yapıldığı bir toplantıydı.

Her ne kadar TİSK Başkanı “asgari ücretin başlangıç ücreti olduğunu unutmamak lazım” diyerek doğru bir tespit yapsa da vasatlık tuzağında boğulan ülkemiz için asgari ücret bundan çok daha fazlası… Türkiye’de kayıtlı çalışanların yaklaşık yarısı asgari ücret alıyor. Peki bu oran yüksek mi? Yüksek değil, çok yüksek! Bize kayıtlı çalışanların neredeyse yarısı asgari ücret alırken Avrupa’da bizden sonraki en yüksek oran ise %15,2. Özellikle orta teknolojili sektörlerde rekabet ettiğimiz Doğu Avrupa ülkelerinden Polonya’da bu oran %12,1 iken Macaristan’da %7,7 seviyesinde. Yani işgücü piyasamızda bir asgari ücret baskınlığı var ve bu durumu aşamadıkça asgari ücret emek sahibinin yaşam standardını belirlemeye devam edecek. O yaşam standardını da utanmadan, sıkılmadan açlık sınırı üzerinden tartışmak, çalışana aç kalmamaktan daha fazlasını reva görmemek, insanı değersizleştiren bu ruh halini olağanlaştırmak asgari ücretin miktarından daha fazla düşündürücü.

 Sorun sadece asgari ücrette mi?

Keşke sorun sadece asgari ücrette olsa. Ülkemizde diğer kayıtlı çalışanların ücretleri de asgari ücrete yakın. Şimdi sıkı durun: ülkedeki ücretlerin üçte ikisi asgari ücretin 1,5 katının altında! Aylık net ücreti 2 asgari ücretin üzerinde olanların oranı ise sadece %18. Yani bu ülkede her beş çalışandan sadece biri asgari ücretin iki katından daha fazla para kazanıyor. Süfli (adi, bayağı)  heveslere sahip olmakla suçlanan gençleri mi merak ettiniz? 22-24 yaş grubundaki üniversite mezunlarının ortalama ücreti asgari ücretin sadece 1,14 katı. Kabaca 340 USD! Yani diyelim ki adi, bayağı heveslere sahip bir gençsiniz. Bir Avrupa ülkesine uçakla (tek yön!) kaçmak için bile iki ay yemeden içmeden çalışmak zorundasınız.

İşin net olan kısmı şu: yükseköğrenimin getirisinin giderek eridiği bir emek piyasasıyla karşı karşıyayız. Hal böyle olunca da asgaride eşitleniyoruz. Eğitimin kalitesi, işlerin kalitesi ve en nihayetinde de ücretler asgari olunca hayaller de asgari hale geliyor. Yoksa KPSS’den 85 üstü alabilecek kabiliyette bir gencin devlet memuru olmayı hayal etmesini başka nasıl açıklayacağız?

Enflasyonla eriyen reel ücretler ve emeğin milli gelir içindeki payı

Bildiğiniz gibi asgari ücret artışlarını işgücü piyasasının üç tarafı olan işçi, işveren ve hükümet temsilcilerinden oluşan tespit komisyonu belirliyor. Bir sonraki yılın asgari ücretini belirleyecek olan bu komisyon kararı Aralık ayında belirliyor. Komisyonun genel eğilimi de eldeki son enflasyon verisi olan Kasım TÜFE yıllık enflasyonunun üzerine bir prim ekleyerek asgari ücret artışını belirlemek. Gel gör ki enflasyonun yüksek ve belirsiz olduğu bir dönemde mevcut enflasyon verisini kullanarak yeterli bir asgari ücret artışı belirleme de imkansızlaşıyor. İşte size en güncel örnek: Hatırlayacağınız gibi geçen sene bu aralar %50,5 gibi oldukça yüksek bir asgari ücret artışına gidilmişti. Yüksek denmesinin sebebi ise Kasım’daki enflasyonun üzerine 29,2 puanlık bir prim eklenmesiydi. Oysa çok değil bir ay sonra Aralık 2021 yıllık TÜFE enflasyonu %36 oldu ve asgari ücretteki enflasyon primi bir anda 29,2’den 14,4’e geriledi. Orada kalsaydı yine iyiydi ama Haziran 2022’de TÜFE enflasyonu %78,62’e fırlayınca bekar ve çocuksuz bir asgari ücretlinin reel ücreti %28,1 azalmış oldu.

Reel ücretlerin erimesi çok önemli bir problemi de beraberinde getiriyor. O da emeğin milli gelir içindeki payının azalması. Türkiye’de işgücü ödemelerinin gayri safi katma değeri içindeki payı, %26 ile tarihin en düşük seviyesinde. Bunun ne gibi sakıncalar doğurduğunu başka bir yazıya saklayabiliriz. Ya da daha iyisi, Yılmaz Akyüz Hocamızın kronik talep açığı ile ilgili yazısını okuyabilirsiniz.

Asgari ücret artışı nasıl belirlenebilir?

Peki, asgari ücret nasıl belirlenebilir? İlk akla gelen çözümlerden biri enflasyona endekslemek. Her ne kadar ILO asgari ücretteki artışın enflasyona endekslenmesinde bir atalet riski görse de ücret artışlarının her zaman enflasyona neden olacağı sonucuna kapılmamak lazım. Yani “asgari ücreti arttırırsak enflasyon artar” diyerek halkımızın sınırlarını ve sinirlerini zorlayan kesime de bir cevap vermek gerekiyor. Bu kesim ya çalışanların yaklaşık yarısının ücretini arttırmayıp bütün ülkeyi toplama kampı kıvamına getirmekte bir beis görmüyor, ya da bu yüksek enflasyonun temel sorumlusunun başta para politikası olmak üzere uygulanan ekonomi politikaları olduğunun farkında değil.

Peki asgari ücreti enflasyona endekslemekten başka ne yapılabilir? Asgari ücret bir formüle bağlanabilir. Örneğin Malezya’nın karmaşık denebilecek ama ücretlerin ilgili olduğu tüm alanlara dokunan bir formülü var. Ortalama hanedeki çalışan sayısı başına yoksulluk sınırı ile medyan ücretin ortalamasını hesaplayıp bunu bir katsayı ile çarpıyorlar. Katsayı ise verimlilik artışı ile yıllık enflasyon toplamından reel işsizlik oranının çıkarılmasıyla elde ediliyor. Kosta Rika ise kişi başına gelirdeki artışın %20-40 arasındaki bir bölümüyle enflasyon beklentisinin toplamını asgari ücret artış oranı olarak kullanıyor. Ancak bu süreçte büyüme oranının katkısını ve enflasyon beklentisine bir düzeltme faktörü eklenmesini komisyona bırakıyor.

Bizim de kendi ekonomik yapımıza ve dinamiklerimize göre bir formül üretmemiz mümkün. Aslına bakarsanız bu konuları düşünmesi gereken bir Bakanlığımız da var. Ancak mesele sadece formülün doğru belirlenmesi değil. Enflasyon, büyüme, verimlilik verilerinin de doğru hesaplanması ve güvenilir olması gerekiyor. TCMB’nin enflasyon raporunda yayımladığı enflasyon tahmini ile gerçekleşen enflasyon arasındaki farka bakarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirsiniz.

 Nedir bu açlık sınırı?

Kayıtlı çalışanların yarısının aldığı asgari ücret açlık sınırıyla tartılmaya başlayınca bir süre sonra konu ister istemez açlık sınırının hesaplanmasına geliyor. Açlık ve yoksulluk sınırlarını TÜRK-İŞ 1987’den beri hesaplıyor. TÜRK-İŞ’in hesabının öznesi 4 kişilik temsili bir hane. Açlık sınırı da aslında bu hanenin dengeli beslenmek için bir ayda yapması gereken gıda harcamasını temsil ediyor. Buradaki “dengeli beslenme” ifadesi önemli zira aç kalmamak için sağlıksız ama karbonhidrat yoğun bir beslenme kalıbıyla günlük kalori ihtiyacınızı daha ucuza karşılama imkânınız var. Örneğin Sayın Erdoğan’ın daha o zamanlardan bugünleri öngörerek yaptığı “her öğün bir simit” hesabıyla 4 kişilik hanenin ihtiyaç duyduğu aylık gıda harcaması 1800 TL oluyor. TÜRK-İŞ’in geçenlerde Kasım 2022 için açıkladığı açlık sınırı ise 7786 TL. Bu veriler ışığında önümüzdeki günlerde iki farklı tartışmaya şahit olacağız gibi duruyor. İlk tartışma klasik: açıklanan asgari ücret açlık sınırının üstünde mi olacak, altında mı? İkinci olası tartışma ise görece daha yeni: açlık sınırını doğru mu ölçüyoruz? Hatırlayacağınız gibi Haziran ayında Çalışma Bakanı açlık sınırının yanlış hesaplandığını söylemişti. Çalışma hayatında enerji gereksiniminin zaman içinde azalması ve gıda tüketiminin toplam bütçe içindeki payının değişmesi açlık sınırının hesaplandığı formülde bazı değişiklikler gerektirebilir. Bizim de ilk hesaplamalarımız, açlık sınırının TÜRK-İŞ’in açıkladığının biraz altında olduğu. Bunun için teknik bir çalışmayı da yakında açıklayacağız. Bununla beraber üzerinde durulması gereken esas nokta, ülkemizde çalışanların yarısının aldığı asgari ücret ile açlık sınırının ilişkilendirilmemesi gerektiği. O yüzden TÜRK-İŞ’in sürekli açlık sınırı üzerinden bir tartışma yürütmesini emekçi sınıfında “aç kalmadık, şükürler olsun!” psikolojisi oluşturacağını düşünüyorum ve bunu tehlikeli buluyorum.

Diğer taraftan sendika üyesi ve ücretleri toplu iş sözleşmeleri ile belirlenen işçilerin gelirlerinin asgari ücretin üzerinde olduğunu biliyoruz. O zaman şu soruyu sormak en doğal hakkımız oluyor: Neden kayıtlı işçilerin sadece %14,3’ü sendika üyesi? İşçi sendikalarının açlık sınırını hesaplamaya harcadığı gayreti sendikalaşma oranını artırmada da göstermesi gerekmiyor mu?

Asgari ücret artışı tek başına sorunları çözer mi? Çözmez!

Bundan 10 sene önce orta gelir tuzağı en çok konuştuğumuz konuların başında gelirdi. Neden bir türlü yüksek gelirli ülke olamadığımızı tartışırdık. Uzun bir süredir orta gelir tuzağını konuşmuyoruz. Konuşmayalım da zaten. Çalışanların yaklaşık yarısının aldığı ücretin açlık sınırı üzerinden tartışıldığı bir ülkede çok daha somut sorunlar ve bunların çözüm önerileri üzerinden konuşmamız gerekiyor.  Burada biraz siyaset yapalım: Bu yüzden tam bir sene önce İYİ Parti Kalkınma Kongreleri serisine “Eşitlenen Türkiye” temasıyla başlayıp yoksullukla mücadeleyi, kapsayıcılığı, iyi işleri nasıl sağlayacağımızı konuştuk. Eşitliği asgari ücret ve açlık sınırında değil gelişmiş ülkeler standardında yakalamak için somut çözüm önerilerini anlattık.

Son olarak, asgari ücreti insana yakışır bir yaşam standardı sağlayacak şekilde belirlersek şirketlerin bu artan yükü karşılayamayacaklarını ve kayıtlı istihdamın azalacağını iddia edenler olacaktır. Kesinlikle hak veriyorum! Emek piyasasının sorunlarına sadece asgari ücret üzerinden bir çözüm getirirseniz AKP iktidarıyla özdeşleşen bir “fondöten” yaklaşımının ötesine geçemezsiniz. Peki ne yapmalıyız? Çalışanların yarısının asgari ücret aldığı bir ülkede bu oranı düşürmeniz için bir yandan üretim yapısını daha nitelikli hale getirmeniz, diğer yandan da işgücü verimliliğini arttırmanız gerekiyor. Özellikle son dönemde sanayi ve inşaat gibi kritik sektörlerde işgücü verimliliğinde önemli bir düşüş yaşıyoruz. Unutmayalım: üretim yapısında ve işgücü verimliliğinde iyileşme sağlayacak adımları atmazsak, çalışanı memnun edecek bir asgari ücret artışı hem kayıtlı istihdamı olumsuz etkiler, hem de herkesin asgari ücrette eşitlendiği bir duruma yol açarak iş huzurunu bozar. Peki üretim yapısını ve işgücü verimliliğini nasıl iyileştiririz? Bu sorunun da cevabını İYİ Parti olarak Mart ayında düzenlediğimiz “Üreten Türkiye” temalı kongremizde “Sanayi ve Teknolojik Dönüşüm” panelinde somut çözüm önerileriyle vermiştik. Muhalefet partilerinin çözümlerini ve kadrolarını açıkladığı bu dönemde göz atmakta fayda var!

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI