Perşembe, Nisan 25, 2024

Armağan Öztürk yazdı | Yurttaşlık hakları, insan hakları ve Suriye

Son İdlip saldırısı sonrası yaşanan şeyler kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışıldı. Türkiye kazanımlarını korudu mu, yoksa Rusya-Suriye ittifakının ilerleyişi karşısında ortaya çıkan yeni statükoyu kabul etmek zorunda mı kaldı? Yorumcular tartışıyor. Hemen her konuda olduğu üzere bu hususta da kamuoyu keskin bir şekilde ikiye bölünmüş durumda. Şüphesiz ki konu çok önemli. Hem iç politika hem de dış politikada sayısız sorun ve soru bu meselede düğümleniyor. Bu bağlamda Suriye’yi konuştuğunuzda sadece Suriye’yi değil, Türkiye siyasetindeki pek çok meseleyi bu konuyla birlikte tartışmış oluyoruz. Bu yazıda ise bahsi geçen kabarık sorun listesinden sadece bir tanesini, mültecilerin yaşadığı hak kaybını ele almak istiyorum.

Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti mülteciler konusunda radikal bir tutum değişikliğine gitti. Sınırlar üzerindeki kontrol zayıflatıldı. Bu karar üzerine çoğunluğu Afgan ve İranlı olan mülteciler Türkiye-Yunanistan sınırını denizden ve karadan zorlamaya başladı. Durum vahim. Mülteciler yaşamlarını riske atarak botlara biniyor, kendini dikenli tellerin arasına atıyor. Bu insanlar besleme ve barınma gibi en temel insan ihtiyaçlarını dahi karşılayamıyor. Özellikle çocukların durumu perişan. Yunanistan’ın katı ve insanlık dışı tutumu ise sorunu daha da kangrenleştiriyor.

Türkiye’nin tutum değişikliklerin haklı nedenleri var şüphesiz ki. Devlet ezici bir çoğunluğu Suriyeli olan milyonlarca mülteciyi kendi gücünün çok ötesinde bir maddi külfet pahasına ülkede misafir etti. Bu uzun misafirlik sürecinde Avrupa ülkeleri başta olmak üzere hemen hiç kimseden doğru dürüst yardım alamadı. Tüm bunlar doğru. Ama doğru kendiliğinden bir şekilde yanlışı meşrulaştırmıyor. Türkiye insanları zorla ülkeden atmıyor. Gitme konusunda kendi kararını vermiş insanları engellemiyor sadece. Yine de mültecilerin çaresizlikleri o kadar kesin ki o insanların kendi kararlarını alma noktasında özgür iradeye sahip olduklarını düşünmek fazlasıyla iyimser bir yorumu gerektiriyor. Kötülüğün sıradanlaştığı bir dünyada iyimser olmamız için hiçbir neden yok. Yunanistan’a geçmeye çalışan bir mülteci çocuk suda boğulursa veya Edirne sınırında soğuktan donarsa bu olayın sorumlusu kim olacak? Mültecilerin maddi, kültürel ve insani açıdan büyük bir yüke dönüştükleri açık. Ama biz yine bize yakışanı yapalım. Mültecilerin Türkiye’den çıkışında yaşanan insanlık dramları en aza indirilmeli. Çünkü sonuçta tüm bu ayrımlar geçici. Bizler önce Suriyeli, Yunan veya Türk değil, insanız. İnsanların kardeşliği her türlü etnik ve dini bağdan daha kıymetlidir. Öyle olmaya da devam edecek.

Yürüttüğümüz bu tartışmanın kuramsal bir boyutu da var. Mültecilerin dayanılmaz hayatı bize açıkça şunu gösteriyor ki yurttaşlık hakları ve devlet koruması olmaksızın insan hakları içi boş bir kavram. Devletin olmadığı yerde yurttaşlık haklarınızı kullanamıyorsunuz. Yurttaş olmadığınız bir dünyada sadece insan olmak ise ölümcül bir şey. Suriye devleti halkını öldürmeye kalkmasaydı Suriyeli yurttaşlar yine de hak sorunu yaşayacaklardı. Çünkü Suriye’de demokratik bir rejim yok. Demokrasinin yokluğunda insanların medeni bir hayat yaşamaları imkansız. Ancak devletin tümüyle ortadan kalktığı ve (veya) sizin artık devletle yurttaşlık bağınızın koptuğu bir ortamda ortaya çıkan sonuç ilk olasılığa göre çok daha kötü. Bu şartlar altında Hobbes’un ortaya koyduğu çerçeveye geri dönüyoruz ne yazık ki. En kötü devlet en iyi savaştan daha iyidir. Çünkü devlet yoksa yurttaşlık hakları yoktur. Yurttaşlık haklarının olmadığı bir dünyada insanlar insan haklarını kullanamaz.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER