Türkiye Cumhuriyeti devletini “Anayasasızlaştırma”, halkta bu yönde “rıza” üretme girişimi söz konusudur. Bu darbe girişimi bastırılmaz ve mahkum edilmezse, yaratılan fiili durum, 31 Mart’ta seçimler dahil hemen her süreçte “milli irade gasbına” dönüşebilir.

Türkiye Cumhuriyeti açık bir Anayasa ihlali ve kalkışmayla karşı karşıya. Yaşananlar seçilmiş bir milletvekilini hapishanede tutma gayretinin çok ötesine geçmiş durumdadır.

Ve bu darbe girişimi hala sürüyor. İki yüksek yargı organı arasında bir hukuki anlaşmazlık varmış, Anayasa’dan kaynaklanan “muğlaklık” nedeniyle bir uzlaşma sağlanamıyormuş havasıyla aylardır sürünceme de bırakılıyor. Anayasa, 153. Maddesinde “ …yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” diyerek hiçbir anlaşmazlık ve muğlaklığa yer bırakmayacak biçimde Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararının herkesi bağladığını ortaya koymaktadır.

Anayasa Mahkemesi’nin milletvekili Can Atalay ile ilgili “hak ihlali” kararını tanımayan ve uygulamayan birinci derece Mahkemeler ve Yargıtay 3. Ceza dairesi yargıçları, bu karara tekrar uymayacaklarını ilan ederek ve Mahkeme üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunarak Anayasaya ve milletimize meydan okudular. Mesele yargı mensupları arasındaki bir teorik tartışma, kararları beğenmeme ya da eleştirmenin çok ötesine geçmiştir.

Bu meydan okuma karşısında iktidar unsurları, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere Yargıtay Başkanı ve diğer yargı mensupları ya sessiz kalarak ya da açıkça bu meydan okumayı destekleyerek Anayasa ihlaline katılıyorlar.

Bu aşamadan sonra bile nezaketi elden bırakmadan “kararlarıyla konuşmaya çalışan” Anayasa Mahkemesi, dinlenmeyen kararlarının ardından, bir üyesi bizi kıskanıyorlar metaforuyla X’de karınca-fil hikayesi paylaşırken, başkanı da hukuk öğrencilerine “Anayasa kararlarına uyulmak zorunda olduğunu” belirten konuşmalar yapmakla yetinmektedir. Dolaylı yoldan Yargıtay’daki yargıçlara, siyasetçilere mesaj vermeye çalışan Anayasa Mahkemesi Başkanı, korumaya ve bağlı kalmaya yemin ettiği Anayasayı böyle nasıl koruyacaktır? Anayasa saldırı altındayken, Mahkeme kararları tanınmaz, “hukuki değeri yoktur” denilirken nezaketle korunamaz, Anayasayı açık açık çiğneyenlere karşı nezaketle savunamazsınız. Kararlarını uygulamayan yargıçlar hakkında bir suç duyurusunda bulunmaktan bile imtina eden Anayasa Mahkemesi, kendisinin “Yüce Divan” olduğu gerçeğini ne zaman hatırlayacaktır?

Şimdi sormak gerek: Anayasayı korumak kimin görevi?

Yanıt aslında basit: Tüm yurttaşların.

Çünkü Anayasa yoksa, uygulanmıyorsa, keyfi olarak kimi maddeleri yok sayılabiliyorsa, yurttaş değilsiniz, yurttaşlık haklarınız yok demektir. Hangi maddesine uyulmadığının bir önemi yoktur. Anayasanın değişebilen, değişemeyen maddeler gibi bir ayrım da bu durumda önemini kaybediyor. Yürürlükteki Anayasanın tüm maddeleri yurttaş hakları açısından aynı değerdedir. Bugün bir maddesini çeşitli sebeplerle uygulamayan, ona uymayanlar ellerindeki güçle yarın her istediklerini yapabilirler.

Demokratik bir ülkede yaşamak isteyen her yurttaş, Anayasaya uymak ve korumakla yükümlüdür, bu yurttaşlığın birincil görevidir.

Yargıtay’daki hakimlerin bir kısmının Anayasayı ihlal yönünde attığı adımlara Yargıtay Başkanı’nın destek vermesi, Cumhurbaşkanı ya da iktidar ortaklarından herhangi birinin bunu onaylar bir tavırda olması hiçbir şeyi değiştirmez. Bugün bunun yapan, yarın iktidarda kalmak için her türlü Anayasa ihlaline kapı aralayabilir.

Milletten vekalet alan, milletin vekilleri olan milletvekilleri TBMM’de göreve başlamadan önce yemin ediyorlar, onlar da Anayasaya bağlı kalacaklarına… Anayasa delik deşik edilirken en yüksek ses Meclis’ten çıkması gerekirken ana muhalefet partisi CHP ve bazı muhalefet partileri dışında kimse sesini yükseltmemektedir.

Şu artık çok açık: Susarak, yüce mahkeme işlevinin temel gereklerini yerine getirmeyerek, Anayasaya karşı “darbeyi” meşrulaştırmakta, darbecileri başka girişimler için cesaretlendirmekte ve kendisi Anayasayı savunmaya yemin eden üyeler, bu tutumlarıyla yeminlerini ve Anayasayı çiğnemektedirler.

Hepimiz biliyoruz, ortada ne hukuki bir anlaşmazlık ne de “muğlaklık” var. Anayasaya göre davranmakla yükümlü olan tüm yurttaşlar ve idare için böyle bir ortamda her türlü yargı kararı karşısında farklı tutum alma ve keyfiyete kapı aralanmaktadır. Yine Anayasada vurgulanan “hiç kimse ve hiçbir organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.” hükmüne rağmen. Açıkça Türkiye Cumhuriyeti devletini “Anayasasızlaştırma”, halkta bu yönde “rıza” üretme girişimi söz konusudur. Bu darbe girişimi bastırılmaz ve mahkum edilmezse, yaratılan fiili durum, 31 Mart’ta seçimler dahil hemen her süreçte “milli irade gasbına” dönüşebilir. Yüce Mahkemenin Anayasayı ihlal edenlere karşı cezai süreçleri harekete geçirmemesi, değişen rejimin, cumhurbaşkanlığı hükümeti sisteminin otoriter kimliğini daha da ağırlaştırabilir.

Anayasa meselesi sadece demokrasi, adalet, hukuk, özgürlük, eşitlik değil, Türkiye için bir modern devlet olarak kalabilmek, beka meselesidir, yurttaşlığın onurunu koruma mücadelesidir.

ü

Editör: Suat Özçelebi