Perşembe, Mart 28, 2024

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kemer sıkma politikaları 1970’lerde “stagflasyona” neden oldu ve bugün de aynısı olacak

Andrew Elrod

Amerika Birleşik Devletleri’nde iktisatçılar ve politika yapıcılar arasında enflasyonun nedenleri hakkında süregelen mevcut tartışmada en önemli ve köklü sorulardan biri, bugünün fiyat artışlarının temelde “makroekonomik” –yani genel bir talep fazlası kaynaklı– olup olmadığıdır. Hem gazetecilerin hem de Beyaz Saray’ın son fiyat artışının temel sebebinin artan endüstri kârları ve pandeminin neden olduğu talepleri karşılayan sektörlerdeki darboğazlar olduğuna dair bulgularına rağmen her iki siyasi partinin üst düzey yetkilileri, tercih edilen stabilizasyon aracının genel mali kısıtlama olması gerektiği konusunda ısrarcı.

Barack Obama’nın Ekonomik Danışmanlar Konseyi eski başkanı Jason Furman, The Wall Street Journal’da “Enflasyon nihayetinde bir makroekonomik sorundur” diye yazıyor. Artan fiyatları, Aralık 2020 ve Mart 2021’deki “aşırı büyük ve kötü tasarlanmış” koronavirüs dönemi kurtarma paketlerine bağlıyor. Clinton iktidarında Hazine Bakanlığı yapmış Larry Summers Washington Post’ta içinde bulunduğumuz dönemi “çok fazla mali teşvik ve aşırı gevşek para politikası”nın neden olduğu “aşırı ısınmış ekonomi” olarak tanımlıyor.

Senato Bankacılık Komitesi kıdemli üyesi Senatör Pat Toomey bu yorumu tekrarlıyor. Toomey Kasım ayı sonlarında, “Kongre Demokratlarının aşırı Solcu politikaları Amerikalıların cüzdanlarını vuran fiyat artışlarına katkıda bulunuyor” şeklinde bir açıklama yaptı. “Demokratlar”, diye devam etti, “daha büyük bir enflasyon yaratacak ve ekonomimize zarar verecek olan multi-trilyon dolarlık pervasız bir vergi ve harcama planını zorluyor”.

Bu konudaki etkili sesler; Soğuk Savaş sırasında Güneyli Demokratlar, Ortabatı’daki küçük işletme sahipleri ve Cumhuriyetçi Parti’nin Batılı isyancıları arasında en sık duyulan şikâyeti tekrarlıyor: savunma dışı hükümet harcamaları ve düşük faiz oranları enflasyonist baskıları artırıyor; ABD ekonomisini ve toplumunu istikrarsızlaştırıyor. Arizona Senatörü ve Cumhuriyetçi Parti başkan adayı merhum Barry Goldwater’ın 1960’ların sonlarında yakındığı şey, “yaşadığımız enflasyonun temel sebebinin hükümet harcamaları” olduğuydu. Hollywood aktörü Ronald Reagan 1966’da Kaliforniya valilik kampanyası konuşmasında aynı şeyi söylemişt: “Enflasyonun gerçek nedeni hükümet harcamalarıdır”.

Enflasyonla ilgili bu geleneksel kanaatin kökleri tarihsel bilgiye dayanmaktadır ve bu muhafazakâr teşhisinin gizli belleği 1965’te Vietnam Savaşı’nın tırmanmasıyla başlayan ve 1974 ve 1979’da petrol fiyatlarındaki ithalata dayalı ani yükselişler süresince genişleyen enflasyon krizidir. Bu görüşe göre 1960 ve 1970’lerde fiyatların uzun süre boyunca yükselmesi, temelde maliye ve para politikasına ilişkin “dolaylı” makroekonomik yönetimde yapılan hatadan kaynaklanıyordu, yani söz konusu dönemde gevşek para politikası nedeniyle çok fazla hükümet harcaması yapılmıştı ve borçlanma maliyetleri çok düşüktü.

Bu yorum o dönem yanlıştı ve şimdi de yanlış.

Her şeyden önce söz konusu dönemdeki enflasyonun Kongre’nin “sosyal programlara” (gıda pulları, Bakıma Muhtaç Çocukları Olan Ailelere Yardım programı, Sosyal Güvenlik ve Sosyal Yardım programları gibi savunma dışı harcamalar ve hükümet transferleri) yaptığı kontrolsüz harcamalardan kaynaklandığı tarihsel ve iktisadi olarak yanlıştır. Aslında Nixon, Ford ve Carter iktidarlarının farklı düzeylerdeki kemer sıkma önlemleri, hızlanan fiyat artışlarıyla aynı zamana denk geldi. 1970’lerde, bugün “sosyal altyapı” harcamaları olarak adlandırdığımız harcamalardaki küçük artışlar aslında enflasyonun düşmesiyle ilişkiliydi.

İkincisi, 1960’larda Kennedy ve Johnson iktidarları tarafından fiyat artışlarını durdurmak için kullanılan mikroekonomik ve makroekonomik araçların –belirli sektörleri ücret ve fiyat yönergelerini izleme konusunda teşvik etmeye yönelik cerrahi ve büyük ölçüde gönüllü bir girişim–, Arthur Okun’un 1970 tarihli The Political Economy of Prosperity (Refahın Politik Ekonomisi) adlı kitabında ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, büyük ölçüde işe yaramıştı. Nixon iktidarı bu taktiklerden kaçınana kadar ABD ekonomisi gerçek fiyat artışları (Ford ve Carter iktidarlarının mali kemer sıkma politikalarına güvenmeleri nedeniyle yaşanan ve ithalata dayalı iki büyük enerji fiyat artışıyla şiddetlenen enflasyonist bir sarmal) deneyimlememişti.

Bu tarihsel ve iktisadi gerçekler günümüzün politika yapıcılarına önemli bir ders sunuyor: mali kemer sıkma günümüz enflasyonunun panzehri değil. Kemer sıkma, aksine, büyük ücret artışlarını ve kârları, dolayısıyla da enflasyonu daha da kötüleştirecektir.

Bu köşe yazısında, 1970’lerde kemer sıkma politikaları hakkında öğrenilen yanlış derslerin bugün tekrarlanması durumunda ABD iktisadi tarihinde söz konusu döneme damgasını vuran aynı enflasyonist sarmal ve ekonomik istikrarsızlığın yaşanacağını göstermek için enflasyonla mücadele araçlarının tarihi gözden geçirilecektir.

Enflasyonla mücadele araçları olarak mali kemer sıkma ve parasal sıkılaştırmaların tarihi

Nixon, Ford ve Carter iktidarlarını hükümet harcamalarını kısıtlamaya iten şey, 1970’lerin enflasyonunun temelde makroekonomik bir sorun olduğuna dair yanlış inanıştı. Bu iktidarların her biri fiyat artışlarını yavaşlatmak için mali ve parasal daralmaya yöneldi, ne var ki bu önlemler işe yaramadı. Mali daralma sadece resesyona neden oldu (üç kez), ekonomik belirsizliği uzatarak on yıl süren yüksek işsizliği daha da kötüleştirdi, ihtiyari para politikası inşaat sektöründe sert dalgalanmalara yol açarak ülke genelindeki müteahhitleri, ev sahiplerini ve işçileri öfkelendirdi.

1970’lerdeki enflasyonist dönem boyunca federal hükümet harcamalarının Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla içindeki payının sürekli olarak düştüğünü vurgulamak önemlidir. Federal harcamalardaki genel düşüşün GSYİH’deki savunma harcamaları payına bağlı olmasına rağmen (Vietnam Savaşı’nın sona ermesi ve Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti ile olan ilişkilerin yatışması nedeniyle), bu durum yalnızca savunma dışı harcamalar ve mali transferler (mali daralmayı savunanların o dönemde ve bugün savunma harcamalarına bakmaksızın eleştirdikleri) düşünüldüğünde bile doğrudur. Gerçekten de hükümetin savunma dışı harcamalarının GSYİH’deki payı 1970’lerde pek değişmedi.

Stagflasyonun “stag[1]”ını yaratan bu mali kemer sıkma hamleleriydi. Bu kasıtlı bir politikaydı ve o zamanlar da böyle olduğu kabul edilmişti. Örneğin 1972 seçimlerinden sonra Nixon iktidarı federal harcamalara ekonomiyi altüst eden bir tavan koydu ve Ford iktidarı bunu 1974 durgunluğu iş taleplerini yükseltene kadar sürdürmeye çalıştı.

Bu, mali daralma yanlılarının ilk “el koyma” hareketiydi: Nixon Beyaz Saray’ının ABD kamu kurumlarını meteliksiz bırakmak için 1973’te kongre tarafından tahsis edilen fonlara “el koyması”, dönemin Beyaz Saray Sözcüsü Paul Ryan liderliğindeki 113. ABD Kongresinden (2013 yılı) çok önceydi. Elbette ki mali daralma yanlılarının federal harcamaları kısmak için ABD hükümetini işlevsiz kılma tehditleri 1990’lardan beri ABD siyasetinin olağan özelliği olmuştur, çünkü GSYİH’nin federal vergi-gelir payındaki genel düşüş, hızla artan ABD gelir ve servet eşitsizliğiyle aynı döneme denk gelmektedir.

1970’lerde federal sosyal altyapı harcamalarında büyük ve ani bir artış yaşanmadı. GSYİH’nin transfer-ödeme payında meydana gelen artışlar sadece durgunluk dönemlerinde olmuştur. Birçok politikacı ve muhafazakâr entelektüel, on yılın siyasi kültürünü kamusal İşsizlik Sigortası alan “refah kraliçelerinin” ve “bunları hak etmeyen” işsizlerin uygunsuz ve çoğu zaman ırkçı karikatürleriyle tanımlama fırsatçılığında bulundu. Ancak söz konusu on yıl boyunca transferlerin artışı ılımlı ve kademeliydi ve özel sektörün büyümesine ayak uydurmak için kasıtlı olarak yavaşlatılmıştı.

Peki, 1970’lerde stagflasyona sebep olan şey neydi?

1970’lerde mali makroekonomik kısıtlamanın enflasyonu iyileştirmediği açıktır. Peki, fiyatlardaki sürekli artışa sebep olan şey neydi? Çoğu tarihçi, enflasyonun nedeninin Başkan Lyndon Johnson’ın Temmuz 1965’te Vietnam Savaşı’nı ABD ekonomisini bir “savaş zeminine” –aşırı kârlardan vergi alınması, ücret-fiyat kontrolleri, ya da en azından savaş döneminde uygulanacak bir gelir vergisi artışı– taşımaksızın tırmandırması olduğu konusunda hemfikir. Enflasyon döneminde federal harcamalardaki tek “şişlik” savunma harcamalarında yaşanmıştı.

Nixon iktidarının göreve başladığı ve Kennedy ile Johnson iktidarlarının uyguladığı kilit pazarlarda üretimi şekillendirme ve ücret-fiyat yönergelerini planlama programından vazgeçtiği 1969 ve 1970’teki fiyat patlamaları ve ücret artışlarına dair kavrayış bundan daha da zayıftı. Söz konusu iki Demokratik iktidarın çabalarıyla yüksek istihdamı sürdürmek ve sosyal altyapı programlarını genişletmek yönünde ilerici mali politikalar uygulanmıştı. Karşılığında, AFL-CIO’nun[2] en büyük sendikaları ücret taleplerini ılımlı hale getirmeyi kabul etmişti.

Benzer şekilde, Kennedy ve Johnson iktidarları, pazarlarındaki ürün ve hizmet fiyatlarını etkileyebilecek en büyük ve en verimli şirketleri, verimlilik artışlarını tekelci kârlar olarak alıkoymak yerine daha düşük fiyatlar ve daha yüksek kapasite kullanımına aktarmaya teşvik etmişti.

Marilyn Monroe’nun Mayıs 1962’de John F. Kennedy’ye söylediği “Happy Birthday, Mr. President” şarkısının sözlerinde çelik endüstrisinde fiyat yönergelerinin uygulanması övülüyordu:

Yaptığın onca şey için

Kazandığın savaşlar

US Steel ve tonlarca diğer sorunumuzla baş etme şeklin için

Çok teşekkür ederiz.

İzleyen Nixon iktidarı bu ilkeye karşı kampanya yürüttü. Beyaz Saray, hükümetin makroekonomik politikalarının yönlendirdiği “serbest girişim” bayrağı altında, ücret ve fiyat yönergeleri ve teşvikler gibi tüm mikroekonomik müdahalelere son verdi. Başkan Johnson iktidarındaki yüzde 3’lük enflasyon oranı, Başkan Richard Nixon iktidarında yüzde 6’ya yükseldi.

Nixon iktidarı 1970 durgunluğundan sonra Ağustos 1971’de resmi bir ücret-fiyat sabitlemesi ve aşamalı fiyat kontrol programı kullanarak ekonomiyi istikrara kavuşturdu ve “gelir politikası” ile hükümet harcamalarının belirli bir süre hızlandırılması uygulamasını (Kasım-Aralık 1972 arasında, yani başkanlık seçimi döneminde doruğa ulaştı) eşanlı yürüttü. “Gelir politikası”, genel olarak Batı Avrupa’da bir resesyona neden olmaksızın enflasyonu dizginlemek için hükümetler, özel sektör ve işçi sendikaları tarafından oluşturulan sosyal anlaşmalara atıfta bulunuyor.

Bu tarih, genellikle makroekonomik mali-parasal reçeteler yerine bu tür planlama çabaları uygulanıyormuş gibi yazılır, ancak bu, hakikatin çok uzağındadır. Bu reçeteler, uygulayıcıları tarafından her zaman “tamamlayıcı” ve geçici olarak nitelendirildiler; ve Birleşik Devletler’deki politika yapıcıların tarihsel zayıflıklarını açıklayan bir şey varsa, bu, gelir politikaları konusundaki suskunluktur. Dahası, 1973’te –ilk yabancı petrol şokundan 10 ay önce– patlayan enflasyon, gelir politikalarının derhal yürürlükten çıkarılmasından ve istikrar programının tamamen makroekonomik bir temele kaydırılmasından kaynaklandı.

Ocak 1973’teki siyasi zafer döneminde Nixon iktidarı gelir politikasını reddetti ve kemer sıkma politikasına yöneldi. Yoksullukla Mücadele programlarını yönetmekten sorumlu temel kurum olan Johnson dönemi Ekonomik Fırsatlar Ofisi’nden geriye kalanların finansmanını durdurdu ve Kongre ödeneklerine tavan uygulaması dayattı. Sonuçta, ABD şirketlerinin 16 aylık hükümet fiyat düzenlemeleri tarafından sıkıştırılan kar marjlarının yeniden toparlanmasıyla fiyatlarda bir patlama gerçekleşti.

10 aylık bu istikrarsız sürecin ardından ilk “petrol şoku” ABD ekonomisini sarstı. Hırslı ve aniden güçlenen Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) tarafından getirilen fiyat artışı, özellikle İsrail, Mısır ve Suriye arasındaki Ekim 1973 Yom-Kippur Savaşı’na yanıt olarak, ABD dış politikasının zararına işledi. Enflasyon ilk kez 1975’te çift haneli sayılara ulaştı.

Elbette ki bu kontrolden çıkmış enflasyon dalgasının gerçekleşmesine kapı açan gerçek politika hataları vardı, ancak bunlar makroekonomik hatalar olduğu kadar mikroekonomiklerdi de. Nixon iktidarı talebi azaltmak için kemer sıkma programı uygulandığı anda kar marjları üzerindeki kontrolleri de kaldırdı ve üreticilerin gelirlerini fiyat artışları sayesinde telafi etmesine izin verdi. Arz, iktidarın seçim yılı talebini karşılamadan önce Nixon Beyaz Saray’ı şirket sektörünü fiyatları hızlı ve keskin bir şekilde yükseltmek konusunda serbest bırakarak çift haneli enflasyon yarattı.

Ancak ne 1972’de ne de 2021’de ABD ekonomisinin genel bir talep fazlası yaşadığını iddia etmek mantıklıdır. Bugün olduğu gibi o dönemdeki işsizlik de birçok şehirde devam etti ve mevcut talep seviyesiyle kompozisyonunun tam istihdamı sağlamak açısından yetersiz olduğunu gösterdi. Her iki durumda da talebin kompozisyonu, fiyatların yükselmesine neden olacak sektörleri içeriyordu (1972’de Sovyetler Birliği ile yapılan tahıl anlaşmalarından sonra buğday ve mısır fiyatlarının artışı; petrol ve çelik fiyatlarının yükselişi).

Bu ani fiyat artışlarından bazıları ileriye dönük planlamanın yetersizliğinden kaynaklandı. Dönemin Beyaz Saray danışmanı Donald Rumsfeld ve ABD Tarım Bakanı Earl Butz, Yaşam Maliyetleri Konseyi’nin 1972 ve 1973’de yaptığı (yani Sovyetler Birliği’nin yoğun satın alımlarından önce ve sonra) arazi genişletme ricalarını reddetti. Diğer ani fiyat yükselişleri (petrolde olduğu gibi), gelişmekte olan dünya ile ticaret hadlerini yönlendiren daha derin jeopolitik değişimlere dayanıyordu. Bu sektöre özgü fiyat artışları döneminde uygulanan mali-parasal kısıtlama, özellikle birçok şehirden ve beyaz olmayan insanların deneyimlediği yaygın işsizliği şiddetlendirdi: bu, çağın “kentsel krizi”ydi.

Ancak 1970’lerdeki enflasyonist baskıların yanlış yorumlanması bugün de devam ediyor. Harvard’dan Summers bu dönem hakkında başka bir yerde şunları yazdı: “Enflasyonu kontrol altına almaya yönelik ilk girişimler etkili olamayacak kadar çekingendi ve başarıya ancak çok kararlı politikalarla ulaşıldı. Buradaki kritik adım, sorunun makroekonomik politikaya dayandığından ziyade doğası gereği yapısal olduğu fikrinden vazgeçilmesiydi.” Summers yanılıyor. 1970’lerde yapılan hatalar, tam da etkin sektörel planlama için gerekli olan genişletici maliye ve para politikalarına getirilen sınırlamalardı.

1970’lerdeki stagflasyonun nedenlerinden çıkarılması gereken dersler

1970’lerdeki enflasyonist baskıların yanlış yorumlanması yönündeki ısrar bugün de dikkate değer. 1970’lerden bu yana geçen dönemde enflasyonun makroekonomik reçetesi, fiyatların yükselmesini durduracak kadar uzun ve derin bir durgunluğu teşvik etmek olmuştur. Bu “yalnızca-makro” yaklaşımın savunucuları,  söz konusu politikanın işe yaraması için kamuoyuna eksiksiz bir şekilde iletilmesi, tereddütsüz biçimde uygulanması ve –kısa süre öncesine kadar– mali-parasal kısıtlama zorunluluğundan sapmaya neden olacak mikroekonomik politikalardan arındırılması gerektiğini savunuyorlar.

Bu, o dönem fiyat kontrollerinden sorumlu olan aktörlerin ve bugün daha kapsamlı bir planlama uygulanmasını öneren uzmanların iddialarından farklıdır. Onların bakış açısına göre enflasyonun devam etmesinin sebebi 1970 ve 1974’teki durgunluklardan ziyade gelir politikalarının işe yaraması için gereken zamanın verilmemesiydi. Ne de olsa yükselen fiyatlar geleneksel olarak üretimi ve kapasiteyi genişletme yönündeki işletme dostu bir teşviktir. Arzın daha yüksek fiyatlar olmaksızın artması isteniyorsa en basit çözüm, pazar için zararına üretim yapmak ve bu zararın kamu bütçesinden yapılan sübvansiyonlarla dengelenmesidir. Ancak bu, üreticilerin gelirlerini kamu denetimine tabi kılabilir ve bu 1970’lerin sonlarında gerçekleşmedi.

Başkan Gerald Ford’un kemer sıkma politikaları ABD ekonomisini istikrara kavuşturmayı başaramadığı için Carter iktidarı bir özel sektör büyüme programı aracılığıyla hızlı bir toparlanma sağlamaya çalıştı. Özel yatırımı desteklemeyi ve kapasiteyi genişletmeyi amaçlayan bu program, düzenlenmemiş kârlar ve vergi indirimleri yoluyla –özellikle 1978’de sermaye kazançlarından alınan vergide indirim– özel şirket kazançlarının teşvikine dayanıyordu. Geçmiş dönemden miras alınan maliyet artışlarıyla birlikte bu özel yatırım ve kâr patlaması enflasyonu daha da yükseltti ve tüketimi azalttı. 1977 ve 1979 arasında brüt özel yatırımın GSYİH’deki payı yüzde 18’den yüzde 21’e çıkarken tüketim fiilen düştü.

Ücretler ve maaşların milli gelirdeki payı 1970’lerde istikrarlı bir şekilde düştü. Özel yatırımdaki artış Körfez Kıyısı’ndaki petrol endüstrisinin gelişimini hızlandırdı ve Güney kıyısı boyunca uzanan inşaat dalgasını finanse etti. Ancak sonuçta ortaya çıkan ticari patlama, Carter yıllarında kişisel tüketim harcamaları ve federal harcamaların GSYİH’deki payı yükselmeksizin genel fiyat seviyesini yükseltti.

1970’lerden bugüne savunma dışı harcamalar ile fiyat seviyeleri arasında herhangi bir ilişki varsa, bu, savunma dışı harcamalar arttığında enflasyonun düşmesi şeklinde olmuştur.

Bu, ücretlerin belirlenmesiyle ilgili kurumsal faktörler göz önüne alındığında özellikle anlamlıdır. Çalışanların temel hizmetlere ulaşımı kamu programları tarafından istikrara kavuşturulduğunda, özellikle mevcut ücret farklılıklarının adil görüldüğü durumlarda, işçiler bunları kâr amacı güden işverenlerinden baskı yoluyla almaya çalışmak için daha az teşvike sahiptirler. 1970’lerde ücret farklılıklarının adil görüldüğü durumlar nadirdi, ancak on yılın enflasyonunu herhangi bir sendika ücreti talebinin tetiklediğine dair çok az kanıt var.

Aslında, işçiler özellikle Carter dönemi ekonomik genişlemesi sırasında, arz kıtlığı ve kâr odaklı enflasyon ortamında gerçek gelirlerini korumaya çalışırken militanlıklarını ve grevleri artırmaları –etkinliği azalan bir şekilde– tamamen savunma amaçlıydı.

1979’da Volcker Şoku başlamadan önce ABD ekonomisinde gelir paylarını istikrara kavuşturmaya ve düzenlemeye çalışan gelir politikaları, makroekonomik politika tartışmalarının en uç noktasıydı. Hem II. Dünya Savaşı hem de Kore Savaşı sırasında kontrollü fiyatlar adı altında üreticilere verilen sübvansiyonlar, para gelirlerinin büyümesini reel çıktının sınırlarına göre koordine etme işlevini yerine getirdi. Ancak Truman, Kennedy ve Johnson iktidarları ücretleri ve fiyatları kontrol ederek söz konusu doğrultuda ilerlemeye istekliyken ve Nixon iktidarı bile bu reçeteyi fırsatçı bir şekilde kullanırken, Carter iktidarı bunu yapmadı. Carter iktidarının büyüme programı yatırımı teşvik etmek ve kapasiteyi artırmak amacıyla özel şirket kazançlarının teşvik edilmesine dayanıyordu.

Sonuç

Bugün ABD ekonomisi, fiziksel ve sosyal altyapıya yönelik genişletilmiş kamu yatırımlarını sürdüremiyorsa veya çalışan insanlar için daha yüksek gelirleri destekleyemiyorsa, günümüz enflasyonuna uygun yanıt, talebi pandemiden kaynaklanan düşük arz seviyelerine indirmek olabilir. Bu seçenek elbette ki ne politik olarak mümkün ne de ekonomik olarak uygundur.

Ancak özellikle 1960’ların sonu, 1950’lerin başı ve kuşkusuz II. Dünya Savaşı sırasındaki deneyimler nedeniyle, kamu yatırımlarının fiyat artışlarını ehlileştirebileceğine dair kanıtlar var. Bugün mali kısıtlamanın savunucuları yüzde 4,2’lik ulusal U-3 işsizlik oranını[3], çok fazla iş ve onları dolduracak çok az işçi bulunduğunun ve kontrolden çıkmış enflasyon riskinin işareti olarak görebilirler. Ancak ekonomi çapında kapasite kullanım oranı (ABD ekonomik kapasitesinin temel ölçüsü) hâlâ pandemi öncesi seviyenin oldukça altında.

Federal Rezerv’in üretim ve kapasite anketine göre kapasite kullanımı 2014 ve 2018’in düşük enflasyon yıllarındaki sırasıyla yüzde 79 ve yüzde 80’e kıyasla, 2021 yazından bu yana yüzde 76 civarında ölçüldü. Kasım ayında ABD Çalışma İstatistikleri Bürosu’nun yaptığı açıklamaya göre U-3 işsizlik oranı Chicago’da yüzde 5,1; Houston’da yüzde 5,4; New York’ta yüzde 6,3 ve Los Angeles’ta yüzde 7,1. Yani oranlar ulusal ortalamanın çok üzerinde.

Ekonomik nedenlerle yarı zamanlı çalışanları da içeren daha kapsamlı U-6[4] işsizlik oranına bakalım. Bu oran ulusal düzeyde şaşırtıcı bir şekilde yüzde 7,8. Kısacası, ABD işgücü piyasası maksimum istihdamın yakınında bile değil.

Sonuç: ABD ekonomisinde mal ve hizmet üretimi genişleyebilir, çünkü ekonomide hâlihazırda kapasite fazlası ve eksik istihdam vardır. Fiyatları bütün piyasalarda yükselten şey kıtlıklar değildir; sadece belirli sektörlerde tedarik zinciri boyunca değişebilen ve değişen kapasite kısıtlamaları vardır. Fiyatları yükselten şey, aksine, üretici kârlarında ve ücretlerde meydana gelen genel artıştır; bu, şirketlerin hükümet teşvikinin geçici bir koşulu olarak görülen şeylerden yararlanması ve işçilerin tarihsel yanlışları düzeltmeye çalışmasıyla gerçekleşmektedir.

O halde ABD hükümetinin mali politikalarının yapması gereken, devam eden koronavirüs pandemisi sürecinde fiziksel ve sosyal altyapı harcamalarını desteklemeye devam etmektir. Bu politikalar ABD ekonomisinde piyasa güçlerini teşvik etmeye yeterli yüksek düzeyde bir talep yaratacaktır. Ulusun daha eşitlikçi bir toplum yönündeki değişen talepleri karşılayabileceğine inananlar için, yüksek düzeyde hükümet harcamalarını sürdürmek vazgeçilmez bir koşuldur.

Ancak enflasyonun esasen makroekonomik bir sorun olduğu ve çözümün faiz oranlarını yükseltip kamu bütçelerini kısarak harcamaların azaltılması yönündeki makroekonomik önlemler olduğu fikri devam ederse, üreticilerin ihtiyaç duyulan talebi karşılamaları mümkün olmayacaktır. Bu durumda ABD ekonomisini yeniden kurma vizyonu ekonomik veya politik olarak hiçbir yere varamayacaktır.

( https://equitablegrowth.org/austerity-policies-in-the-united-states-caused-stagflation-in-the-1970s-and-would-do-so-again-today/?s=08 adresinden Pelin Tuştaş tarafından çevirilmiştir.)

[1] Stagnation: Ekonomik durgunluk.

[2] Amerikan Emek Federasyonu ve Endüstriyel Örgütler Kongresi. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en büyük işçi sendikaları federasyonu.

[3] U-3 işsizlik oranı aktif olarak iş arayan insanların sayısını temsil eder.

[4] U-6 işsizlik oranı iş bulma konusunda cesareti kırıldığı için artık iş aramayan, eksik istihdam edilmiş ve işsiz insanları içerir.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER