Cuma, Nisan 19, 2024

Altılı Masa ve yeni bir siyaset: Şimdi değilse ne zaman?

Altılı Masa, hiç alışık olmadığımız, dürüst olursak, geçer akçe olduğunu da düşünmediğimiz “aklı”, akılcılığı ve uzlaşmayı Türkiye siyasetine kazandırmaya çalışıyor. İnsan sormadan edemiyor. Şimdi değilse ne zaman diye soruyor hukukçu Zeynep Yıldırım.

Bu ülkede hiçbir yerde, ortak akıl ile, mantık, ilim, tecrübe ışığında, sorunlar, gereklilikler ve çözümler ele alınmaz. Orta yol bulunamaz. Kat malikleri anlaşamaz. Öğrenci velileri anlaşamaz. Trafikte kaza yapan sürücüler anlaşamaz. Ne hakikat ne aklın yolu bir değildir. Hedef falan pek konamaz. Konsa bile, hedefe ulaşmak için yapılması gerekenlerde anlaşılamaz. Anlaşılsa bile sonradan onlara uyulmaz. Herhangi bir iş nasıl yapılmalıdır? O işi, en doğru, kalıcı, uzun vadede maksimum faydayı sağlayacak şekilde yapmak nasıl mümkündür? Bunlar düşünülmez, tartışılmaz, planlanmaz.

Adaletten sağlığa, eğitimden medyaya, akademiden tarıma her alanda hasbelkader iktidar sahibi olanların “buyurdukları” yapılır, onlara yaranılır, onlara yaranmayanlar saf dışı bırakılır, üç gün sonrası düşünülmez. “Buyruk” doğru kelime zira üzerinde düşünülüp taşınılmamış, bilgi, tecrübe, istişare ürünü olmayan, ekseriyetle günü kurtaran kararlar olur bunlar. Liyakatle değil buyruklara itaatle iktidar elde edilir çünkü.

Sadece çözülmemiş sorunların, yapılmamış işlerin sonuçlarıyla değil, bir de kötü buyrukların sonuçlarıyla debelenmekle geçer zaman. Kimse sorun çözmek, elini taşın altına koymak istemez. Kolay kolay öyle kimse kimseye dur demez. Eğri oturup doğru konuşursak düzenimiz böyle veya buna yakın bir şeydir.

Her alanda, her kademede bu böyledir. Böyle olduğunu bilmek için de Türkiye’de herhangi bir yerde herhangi bir iş yapmış olmak bile gerekmez. Bir sabah uyanırsınız ve sokağınızda trafik tek yöne çevrilmiş, karşı apartmana on beş kat imar verilmiş, kaldırım, park yeri, yoldan düz ayak giriş bile yokken yan apartmanda aile sağlığı merkezi veya anaokulu açılmış olabilir. Birileri yapar, olur. Siyasetimiz de bu düzenin bir ürünü, bir parçası elbette.

Aslında tek adam kültürü o kadar içimize işlemiş ki başta muhalif kalemler, en öncü en alternatif en çok takip edilen muhalif siyasetçiler, akademisyenler, anketçiler, tek adam olmakla eleştirdiğimiz Erdoğan yerine illa yeni bir Erdoğan aramaktalar. Buna bazıları gerçekçilik diyor. “Bizim düzenimiz böyle” demenin bir başka yolu. Siyaset kuramı, reel politik[1] ile toplumsal dönüşümü nasıl irtibatlandırıyor, nasıl açıklıyor, onu siyaset bilimcilere sormak gerek. Kuvvetle muhtemel olan, toplumsal dönüşümlerin öyle kendiliğinden veya tek taraflı olmadığı.

Altılı Masa, Türkiye’de görülmedik denenmedik bir işe kalkıştı. Ortak bir akıl için, ortak akılla, ortak aklın gerektirdikleriyle, ortak akılla yapılabileceklerle karşımıza çıktılar. Sorunları ve hedefleri tespit ettiler, bu doğrultuda yapılması gerekenleri istişare ettiler, belirlediler, beklenmedik bir uzlaşmayı sonunda ortaya koydular. Akıldan, fikirden, makulden bu kadar uzaklaştığımız bir zamanda, Altılı Masa’nın bu yaptığı, gerçek bir alternatif aslında. RTE yerine yeni bir lider bulmak değil.

Bunun bir paradigma değişikliği olduğunu söylemek abartılı olmaz. Neyi neden yaptıklarını görmeme, anlamama, değerlendirmemede ısrarcı olarak, Altılı Masa’yı ve temsil ettiklerini görmezden gelerek, sürekli ve sadece Altılı Masa’dan aday talep etmek, mevcut paradigmanın bir şekilde devam ettirilmesinde ısrarcı olmak demek. Ortak adayın neden bugüne kadar açıklanmadığı defalarca izah edildi. Asıl olan, yapılacaklar, program dendi. Kişiler değil, temel ilkeler ve sistem önemli vurgusu yapıldı. Altılı Masa, süreci, izledikleri yolu, varacakları yeri, her aşamada açıkladı ve gerekçelendirdi. Cumhur ittifakı için tamam da, kimi siyaset bilimcilere, muhalif kalemlere bakarsanız da bu gerekçelerin hiçbir önemi yok. Hukukçular için gerekçeler önemlidir. Neyin neden yapıldığı genel olarak önemli olsa gerekir!

Yer yer zaman zaman nobranlaşan tavırlarını gayet meşru görenler var. Onların gerekçesi: “Erdoğan hep kazandı muhalefet hep kaybetti”. Elbette aslında öyle değil ama “hissiyatımız” son belediye seçimlerine kadar buydu. İlkesiz, plansız, programsız yani içeriksiz yani siyasetsiz bir ortak adayın hezimet ile sonuçlandığı tecrübe edildi mi? Edildi. “Herkes kendi adayını göstersin – ikinci turda herkes istemediği aday karşısında konumlansın” stratejisi ise Fransa’ya uygundu, Türkiye’ye hele hele Erdoğan Türkiye’sine değil. Belediye seçimleri bir “dalga” yarattı ama gelin görün ki, başarı, toplumun artık değişen beklentilerinden, AKP’nin tartışmasız başarısızlıklarından veya kurulan siyasi ittifaktan çok, yine kişilerin karizmasına atfedildi! Başka türlüsü bilinmiyor çünkü. Oysa AKP neredeyse bütün büyük şehirleri kaybetti.

Mevcut bütün görüş, siyasi program, hedef, kültür farklılıklarına rağmen, hemen hayata geçirilecek somut, ortak aklın ürünü bir mutabakat ortaya konmuş. En önemlisi bunun mümkün olduğu gösterilmiş.

Yaşanılan sorunların kaynağını tespit etmeyen (edemeyen değil), onlara çare üretmeyen (üretemeyen değil), bizzat kendisi sorun yaratan bu siyaset değil mi meselemiz? Bu siyaseti nasıl mesele haline getireceğiz? Aynı şekilde siyaset yaparak mı? Lider kültüne, tek adam egemenliğine dayalı Türkiye siyasetinde dönüşüm zamanı gelmedi mi? Ne zaman gelir? Siyasi otoriteyi şahısların karizmasından kurtarmak için geç kalmadık mı? Siyasi tercihlerimizi, irrasyonel bir şekilde, takım tutar gibi yapmamızın sonuçlarını hala idrak edemedik mi? Bunları sormanın yine mi vakti değil? Bunlar artık cevaplanması gereken sorular. Cevabı seçmen verecek. Zamanlamayı ise RTE ve AKP dışında kimse belirlemedi. RTE ve AKP belirledi. Şimdi değilse ne zaman?

Altılı Masa’daki liderler belli ki bu zamanın geldiğini düşünüyor. Milletin pek de alışık olmadığı bir yol izliyor. Bu yol, sorunların asıl kaynağı, hiç de “akılcı” olmadığı siyaseten de ayyuka çıkmış düzenimize ters. Biz genel olarak işlerimizi böyle halletmiyoruz. Altılı Masa liderlerinin gerçek bir değişimin zamanının geldiğini düşünmesinin birçok sebebi olabilir. Bu sebeplerin bir kısmı, örneğin kendisinin Erdoğan’a alternatif olamayacağını düşünmek gibi şahsi sebepler olabileceği gibi, bir kısmı Erdoğan’ın şahsından kaynaklanan ancak gayet objektif sebepler de olabilir.

İlkesel olarak bu savunulabilir. Toplumsal şartların yeterince olgunlaşmış olduğu veya olgunlaşmış olması gerektiği düşünülüyor olabilir. En makul siyasi strateji olarak da bu seçilebilir. Aslında sebeplerin çok da önemi yok. Hedef önemli, işin teorisi/felsefesi önemli, yöntem önemli.

Öncelikle siyaseti ama sadece siyaseti değil, hukuku, ekonomiyi, eğitimi, bilimi, medyayı ve diğerlerini, en iyi ihtimalle tek bir “siyasi görüşün”, somut olayda tek bir kişinin tahakkümünden kurtarmaktan daha geçerli, daha somut, zamanın ruhuna, hâl ve şartlarımıza daha uygun bir hedef, vaat, proje var mı gerçekten? Birileri sürekli enerji, sinerji, mucizevi bir şeyler, rüzgarlar, dalgalar bekliyor. Nihayetinde metafiziğin güçlü olduğu bir toplum burası. Oysa aklın yolunun götüreceği en acele en öncelikli hedef bu.

Yöntemi, ortak akıl zemininde istişare ve mutabakat-uzlaşma. Bu çerçevede yapılacaklar ise binlerce madde olmuş, “Mutabakat Metni” hâline gelmiş. Asgari müşterek hiç de asgari değil gibi. Ortak adayın, seçim sonrası yapacakları tek tek sayılmış. Saadet Partisi’yle CHP bile anlaşmış[2].

“Seçilecek adaycılar” gerçekçi olma iddiasındalar. İyi niyetli olunsa da gerçekçilik uğruna yapılamayacak şeyler de var elbette. Dini, etnik aidiyetleri, bir engel olarak ileri sürmek gibi. Bunlar bir kenara, bir başka açıdan en kaderci olanlar gibi duruyorlar.

Mevcut bütün görüş, siyasi program, hedef, kültür farklılıklarına rağmen, hemen hayata geçirilecek somut, ortak aklın ürünü bir mutabakat ortaya konmuş. En önemlisi bunun mümkün olduğu gösterilmiş. Bu çerçevede, Altılı Masa, en akılcı, en gerçekçi ama belki de Türkiye şartlarında en iddialı, en “yeni” strateji ile, beklenmedik bir kararlılıkla yol alıyor.

Siyaset; aklıselim, müzakere, uzlaşma gibi demokratik kültüre ait değerleri, böyle gözümüze soka soka hayata geçirmeden değişmiyor. Mutabakat ne demek? Kıymeti ne? Nasıl sağlanır? Ortak zemin nedir? Hazırda bulunur mu yoksa oluşturulur mu? Nasıl oluşturulur? Neden daha çok oyu olanın (olduğu düşünülenin) her dediği olmaz? Dayatma nedir? Ne değildir? Kişiler mi ilkeler mi önemlidir? İlkeler kişilerden nasıl daha önemli “kılınır”? Hayatın her alanına sirayet etmiş bir siyaset, olağan sınırlarına nasıl çekilir? Bu “siyasetten” veya siyasetsizlikten nasıl “çıkarız”? Cevap isteyenler için cevaplar mevcut. İlk kez.

Yapılmak istenen de bu doğrultuda toplumu ikna etme gayreti de ortada ve takdire layık. Uzlaşma mecburiyetinden doğan müzakereye ve hassasiyetlere şahit oluyoruz. Bunlar bizim için yeni. Hatta “sür-reel”. Altılı Masa, hiç alışık olmadığımız, dürüst olursak, geçer akçe olduğunu da düşünmediğimiz “aklı”, akılcılığı ve uzlaşmayı Türkiye siyasetine kazandırmaya çalışıyor. İnsan sormadan edemiyor. Şimdi değilse ne zaman?

Kimilerinin “seçilecek aday” olarak işaret ettiği belediye başkanları bile, anketlere göre, öyle çok da büyük farklar yaratmıyor. Toplumun hemen hemen bütün kesimlerini etkileyen ekonomik şartlara, yaşanan bunca olaya, sıkıntıya rağmen. Erdoğan’ın yerine yeni bir Erdoğan aranıyor ancak onu bulmak o kadar kolay değil.

Onu yaratmak konusunda bizzat iktidarın veya iktidar çevrelerinin çabaları yadsınamaz elbette ama onu yaratmak da kolay değil. 20 yıl öncenin Türkiye’si, toplumu, şartları, dayanılan siyasi damarlar başka. İddia edilenin aksine öyle her mağduriyetten de zafer çıkmıyor. Toplum, desteğini bahşetmekte, mağdurlar arasında gayet seçici. Ayrıca mağdurların sayısı da artıyor; geldikleri çevreler de mağdur edilme yöntemleri de çeşitleniyor.

Linç girişiminden siyasi yasak getirmeye, yargının müdahil olduğu kurultay “bilmecelerinden” toplantı salonlarının elektriklerinin kesilmesine, gece vakti kapıya adam yığmadan alenen itibarsızlaştırma, aşağılama, düpedüz hakarete, en son da camide hatim okutmamaya kadar yaşatılan mağduriyetler, belirli bir kişiyi işaret edemeyecek kadar çok, çeşitli, sürekli.

Neyse ki ortak aday Yavaş veya İmamoğlu da olsa, Altılı Masa’nın izlediği strateji sayesinde, artık “karizmatik lider olmak” mecburiyeti/zorlaması/yükü altında değil. Ülkeyi bugün içinde bulunduğu vaziyetten çıkaracak rasyonel bir plan ve programın yürütücüsü olarak RTE’nin karşısına çıkacak.

“Seçilecek adaycılar” gerçekçi olma iddiasındalar. İyi niyetli olunsa da gerçekçilik uğruna yapılamayacak şeyler de var elbette. Dini, etnik aidiyetleri, bir engel olarak ileri sürmek gibi. Bunlar bir kenara, bir başka açıdan en kaderci olanlar gibi duruyorlar. Kendilerinden, Erdoğan’dan, seçmenden ve muhalefetten fazlasıyla eminler. Belki de haklıdırlar. Kesin olan şu ki, şapkadan çıkacak, çıkartılacak bir tavşan yok! O beklenen rüzgarlar, dalgalar, hep aynı iklimin ürünü.

Uzlaşmaya pek alışık olmadığımızdan, büyük fedakarlıklar yapılıyor, tavizler veriliyor gibi bir hava da yaratılıyor. Şartlar her bakımdan o kadar ağırlaştı ki, aklın yolunda, ortak paydada buluşmak belki de hiç olmadığı kadar kolay! Öte yandan, hiçbir siyaset tek başına Türkiye’yi değiştirme gücüne hâlâ sahip değil. Zaten bunu ne kadar istemeliyiz, hala istemeli miyiz, şu anda istemeli miyiz asıl konu o.

Altılı Masa’daki her siyasi parti, kendi projelerini hayata geçirmelerinin önündeki, aslında Türkiye’nin önündeki en büyük engelleri kaldırmayı amaçlıyor. Şunu anlamak gerek. Bunun için illa Saadet Partisi’nin İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden katılmayı taahhüt etmesi gerekmiyor. İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş kuşkusuz hayati. Altılı Masa partilerinin çoğunluğunun görüşü zaten olumlu yönde. İstanbul Sözleşmesi’ne dönüşü önemseyenler bunu açıkça taahhüt eden CHP’ye, İyi Parti’ye veya Deva’ya (veya üçüncü ittifaktan bir partiye) oy verecekler.

Şimdilik uluslararası sözleşmelere katılma ve sözleşmelerden çıkmanın bir kişinin bir anlık keyfiyetine kalmaması gerektiği noktasında mutabakat sağlanmış. Bunu değersiz görenler ve görmeyenler uzlaşacaklar mı, bunu seçimlerde göreceğiz. Reel politik diye bir şey var, yok değil. Ama siyasetimizin ve ülkemizin gerçeklerini, mevcut düzeni, ancak bu mutabakatın kıymetini anlayanlar değiştirebilir.

Denilebilir ki öyle bir “karizmatik lider” buluruz ki, hatta bulduk ki hem seçilir hem uzlaşmaya dayalı çoğulcu demokrasiyi tesis eder, hem geçmişte hiç hatası günahı yoktur hem İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden katılır hem maneviyatı kucaklar hem gelişmiş dünyaya yüzünü döner. Buna ancak “maşallah” denir. Bunların devamlı olması için bir de “inşallah” eklenir. “Burada da siyaset böyle”, “şimdi değil, sonra” deriz.

[1] Realizm ile aynı anlamda olmasa da burada örtüşüyor.

[2] Temsil edilen siyasi yelpazenin iki ucu olarak algılandığı için bu partiler örnek verilebilir. Algının yerindeliği ayrı

bir tartışma konusu.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI