Cumartesi, Nisan 20, 2024

Alper Taş: AKP, OHAL adı altında sivil bir diktatörlük geliştirdi

PolitikYol Dosya bölümümüzün bugünkü konuğu ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş. ‘Türkiye’nin Krizi’ başlığında siyasetin geldiği noktayı tartıştığımız Alper Taş’a göre Türkiye’de şu anda siyasal bir krizden öte bir devlet krizi mevcut. 

 -Türkiye siyaseti Türkiye’nin tarihsel problemlerine çözüm üretemiyor ve bu noktada çok ciddi krizler ortaya çıkıyor. Bu bağlamda bugün Türkiye’de bir siyasal kriz olduğunu düşünüyor musunuz ve yaşadığımız süreci nasıl tanımıyorsunuz

Yaşadığımız krizi siyasal krizin ötesinde bir devlet krizi olarak görmek gerekiyor. Devletin içsel bütünlüğünün ortadan kalktığı, mekanizmalarının dağıldığı bir devlet krizidir yaşanan. AKP’nin Cemaatle ittifak içinde kurduğu iktidar bloku, siyasal İslamcı rejimin kurucu gücü oldu. Ancak, bu iktidar bloku dağıldı. AKP, geçici ittifaklara dayanarak ülkeyi yönetmeye çalışıyor. Ancak, 15 Temmuz’da da görüldüğü üzere krizi aşabilecek yeni bir iktidar blokunun inşası ise şu an mümkün olamıyor. Öte yandan sistem içinden bu düğümü çözebilecek bir seçenek de üretilemiyor. Bu da krizi derinleştiriyor ve sürekli hale getiriyor. Kriz esasen emperyalist kapitalist sistemin bütünsel krizinin bir yansımasıdır. Bu krize bağlı olarak içerde de ekonomik ve siyasi anlamda sistemin kendini yeniden üretme dinamikleri zayıfladı. Siyasal İslam ve onunla bütünleşik gelişen neoliberal model büyük oranda çöktü. Bunun yerine ise krizi aşacak yeni bir siyasi ve ekonomik model konulamıyor. Bu da her anlamda bir çözümsüzlük ortaya çıkıyor. AKP, bu krizi güç kullanımına dayanarak aşmaya yöneliyor. Krizin siyasal alandaki karşılığı AKP’nin OHAL altında geliştirdiği sivil diktatörlük olarak şekilleniyor.

-Bugün AKP’nin TBMM de dahil olmak üzere ülkenin bütün kurumlarını işlevsizleştirdiğini açıkça görüyoruz. Bu AKP’nin bir oyun kurgusu mu yoksa onu da aşan bir siyasal kriz hali midir?

AKP, ülkeyi başka türlü yönetemiyor. Elinde bir tek sopası kaldı ve o sopayı herkesin başına vurarak ülkeyi idare etmeye çalışıyor. Bugün OHAL’e dayanarak ülke Meclissiz ve Anayasasız yönetiliyor. Demokratik siyasal alan tümüyle işlevsizleştiriliyor. AKP, bu şekilde iktidarını devam ettirmekle birlikte krizi aşabilecek bir noktaya ise sıçrayamıyor. AKP, sıçrama noktasını OHAL’e dayanarak ve bölgede savaşçı/fetihçi bir yaklaşımın içerde oluşturacağı milliyetçi ve İslamcı atmosfere dayanarak aşmaya çalışıyor. Son günlerde yeniden gündeme sokulan Başkanlık Sistemi ve erken seçim tartışmaları bu sıçrama arayışını ifade ediyor. Ancak, tüm bunlardan yola çıkarak AKP’nin her şeye muktedir olduğunu ve planlarının tıkır tıkır işlediğini söylemek gerçekçi olmaz. AKP’nin bu saldırgan politikalarının ardında güçsüzlüğü yatıyor. AKP’nin dayandığı siyasal İslam ideolojisi çöktü. Ekonomik başarı olarak anlatılan sıcak paraya bağlı büyüme modeli dünya kriziyle birlikte geride kaldı. Bölgesel güç olma ve yeni Osmanlıcılığın laftan ibaret olduğu görüldü. Geriye yalnızca kimsenin de inanmadığı propagandaları kaldı. Ancak, AKP karşısında bir alternatif de oluşmadığı için Erdoğan’ın yüksek perdeden konuşmaları, artık neredeyse tümüyle ele geçirilmiş medyada tekrarlanıp durularak sanal bir güç oluşturulmaya çalışılıyor. Özetle bir çaresizlik hüküm sürüyor. Bu durum ülkeyi büyük riskler altına sokmaya devam ediyor. Üzerinde durulması gereken en önemli konu da bu durumun yarattığı sonuçlar. Ülke bir dağılmanın eşiğinde. Artık bir toplumdan söz etmek mümkün değil. Piyasacılık toplumu parçaladı. Siyasal İslam mezhep temelinde toplumu böldü. Etnik ayrışma ülke tarihinde ilk kez bu denli belirgin bir kopuşla birlikte gelişiyor. Bölgede izlenen savaş siyasetleri içerdeki dağılmayı derinleştiriyor. Ülkenin geleceğini karartan bu durumu değiştirecek bir çözüm yolu bulmak bugün solun, devrimcilerin en temel sorumluluğu olarak önümüzde duruyor.

-15 Temmuz ve onu hazırlayan süreci bir ‘iktidar krizi’ olarak okumak mümkün müdür? 15 Temmuz sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

15 Temmuz kanlı darbe girişimi zaten karanlıkta olan ülkemizi daha büyük bir karanlığın içerisine sürükleyebilecek bir niteliğe sahipti. Bir iç savaş potansiyelini de taşıyan bu darbe girişimi engellendi. Ancak, 15 Temmuz’un hemen ardından da ifade ettiğimiz gibi darbenin önlenmesi demokrasinin kazanıldığı anlamına gelmedi. Bunu bugün tüm yönleriyle yaşıyoruz. AKP, darbe girişimini fırsata dönüştürerek, OHAL altında sivil darbe sürecini daha da derinleştiriyor. Bugün sivil darbeye dayanarak fiili tek adamlık anayasal bir düzen haline getirilerek kurumsallaştırılmaya çalışılıyor. 15 Temmuz sonrasındaki gelişmeleri muhalefet açısından da değerlendirmek gerekiyor. Muhalefet, 15 Temmuz darbe girişimi karşısında kuşkusuz olması gerekeni yaparak bu kanlı operasyonun karşısında durdu. Ancak, darbenin başarısızlığa uğradığının ve darbe riskinin ortadan kalktığının net biçimde görülmesinin ardından, bu darbeye neden olan siyasal gerçekler ve AKP iktidarının sorumluluklarının üzerine gitmedi. Yenikapı’dan OHAL’e uzanan bu süreç de muhalefet devlet ve demokrasiye sahip çıkma adına AKP politikalarına destek oldu. Bu dönemde yapılan en büyük yanlış da budur.

– Yaşanılan krizin en temel sorunlarından biri Kürt ve Alevi sorunu ile Siyasal İslam Meselesidir. Bu sorunlara nasıl yaklaşıyorsunuz?

Herkes nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşayabilmeli ve kendi kaderini özgürce tayin edebilmelidir. Kürt sorunu da Alevi yurttaşlarımızın sorunlarının çözümü de böyle mümkündür. Silahla, şiddete dayanarak insanlara zorla bir yaşamı dayatmakla hiçbir sorun çözülmez. Kürt sorununda 30 yıldır sürüp giden savaş da bunu gösterdi. Kürt sorunu eşit yurttaşlık temelinde birlikte yaşamı temel alan bir anlayışla çözülmelidir. Ancak geldiğimiz noktada bunun çok uzağındayız. Kürt sorunu artık yalnızca bir iç mesele olmaktan çıktı. Kürt sorunu artık daha fazla bölge meselesi haline geldi. Emperyalizmin hegemonyası altındaki bölgede süren savaşın en önemli sonucu etnik ve mezhepsel dağılma. AKP’nin izlediği savaş siyaseti içerde de Suriyeleşme sürecini gündeme getirdi. Kürt hareketi de Suriye’yi merkeze alan bir siyaset izliyor. Bunun sonucunda Kürt sorununun demokratik çözümüne ve birlikte yaşam iradesine büyük zarar veren bir savaş her gün onlarca insanımızın canını alarak yaşanmaya devam ediyor. Hiçbir çözüm bu gün onlarca insanımızı kaybettiğimiz bu savaşın sürüp gitmesinden daha kötü değildir. Bu yangını söndürmek için öncelikle silahların susması gerek. Bu da daha önceki dönemlerden daha zor hale geldi. Suriye’de adı konulmamış bir dünya savaşı yaşamıyor. Silahın nereden patladığı, kimin kime karşı kullanıldığının belirsizleştiği bu durum Kürt sorununun çözümünü de zorlaştırıyor. Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı sorunlar da bu bağlamda derinleşiyor. Cihatçı güçlerin, Gaziantep’den Hatay’a pek çok yerde yerleşik bir güç haline geldikleri biliniyor. Suriye’deki mezhep temelli çatışmaya da bağlı olarak ülkemizde Alevi yurttaşların can ve mal güvenliğini tehdit eden bir karşıtlık gelişiyor. Dolayısıyla hem Kürt sorununa hem de Alevi yurttaşların sorunlarının demokratik temelde çözüm yolu aynı zamanda Ortadoğu’daki bu etnik ve mezhep temelli çatışmanın risklerini de ortadan kaldırmanın yegane yoludur. Bu da öncelikle bölgede ve içerdeki etnik ve mezhepsel ayrışmayı derinleştiren AKP zihniyetiyle hesaplaşmayı gerekli kılıyor.

Siyasal İslam tam da bu anlamda sorunun kaynağıdır. Siyasal İslam, ülkemizde kırk yıldır izlenen emperyalizme bağlı politikaların sonucunda devlete tümüyle hakim hale geldi. Siyasal İslamla köklü bir biçimde hesaplaşılmadan ülkede demokrasinin, barışın, özgürlüklerin savunulması ve kazanılmasının mümkün olmadığı bir noktadayız.

– Siyasal islamın sözünün bittiğini, paradigmasının çöktüğünü düşünüyor musunuz ve bunu AKP bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siyasal İslam, ülkemizde 1950’lerden bugüne iktidarın parçası oldu. Emperyalizm tarafından desteklendi. 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde önü açıldı. Ancak siyasal İslamcılar, bu ülke tarihini ters yüz ederek kendilerini iktidarın dışında bırakılan, mağdur edilen bir güç olarak gösterdiler. Sistemin hem parçası oldular hem de ona karşı muhalif bir hareket olarak da göründüler. . 14 yıldır siyasal İslam iktidarda. Tüm iddiaları bir bir çöktü. Sözde Batı karşıtlığı, AKP’nin kuruluş yıllarında sona erdi. AKP, ABD’nin ‘ılımlı İslamcı’ projesi olarak doğarak, desteklendi. İktidarın öteki gücü F.Gülen’in CIA marifetiyle yapıp ettikleri bugün her yerde anlatılıp duruluyor.

AKP’nin, kuruluşundaki demokrasi ve özgürlük propagandasında geriye tek adamlık ve sivil diktatörlük kaldı. En önemlisi siyasal İslam ahlaki bir çöküş yaşıyor. Ülke tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet iddiaları malum. Cemaatin ortalığa saçılan hileleri ve yalanları bir yanda AKP’ninkiler diğer yanda duruyor. Siyasal İslamcılar, adaleti hiç dilinden düşürmedi, yoksul ve mağdur olanlardan yana göründü ancak bugün birileri karunlaşırken halk yoksullaştı. Alttakine din iman üsttekine han hamam felsefesini hayata geçirdiler. Bu anlamda siyasal İslam paradigması çöktü. Ama aynı zamanda ülkeyi de bir felaketin eşiğine getirdi. Ancak, bu çöküş tek başına bir anlam ifade etmiyor. Bunun karşısında ülkeyi yeniden kuracak bir paradigmaya, kurucu bir güce ihtiyaç var. Yoksa, çürüyen siyasal İslam ülkeyi de çürütmeye devam edecek.

-Türkiye’de sol, Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal krizden çıkması için nasıl bir mücadele perspektifi çizmelidir?

Bugün, artık geriye dönüş yok. AKP, siyasal İslama dayanan yeni bir rejim kurdu. Cumhuriyet’in kuruluşundan gelen ilerici yönleri de siyasal İslamın devletleşme süreci içinde tasfiye edildi. Artık korunacak değil yeniden kurulacak bir ülke var. Cumhuriyet’in ilerici birikiminin savunulması da ancak bu yeniden kurma mücadelesi içinde yapılabilir. 14 yıllık AKP iktidarında emeğin hakları elinden alındı. Doğa acımasızca talan edildi., Laikliğin yalnızca adı kaldı. Kadınların özgürlükleri ve hakları kısıtlandı. Tarım şirketlerin egemenliğine terk edildi. Etnik ve mezhepsel ayrışma derinleşti. Buradan 2002 öncesine dönmek mümkün değil. Devlet ve sistem başka bir düzlemde biçimlendirildi. Bunun değiştirilmesi köklü bir değişimi, Türkiye’nin yeniden kurulmasını zorunlu hale getiriyor. Türkiye’nin yeniden kuruluşu hangi temeller üzerine olacak. Bu mücadele laikliği kazanmak mücadelesidir, emperyalizmden bağımsızlaşma mücadelesidir, eşit temelde birlikte yaşama dayanan kardeşleşme ve barış mücadelesidir, doğanın talanına karşı doğayla uyumlu yaşam mücadelesidir, eğitimin, özelleştirmeye karşı kamuculuk, güvencesizleştirmeye karşı sosyal güvenlik mücadelesidir. Bu mücadele emeğin alınterinin karşılığını aldığı bir ülke mücadelesidir. Bu mücadele tek adam rejimine karşı sözün, yetkinin ve kararın halkta olduğu bir demokrasi için mücadeledir. Bu da ancak birleşik ve örgütlü bir halk muhalefetinin mücadelesiyle gerçekleşebilir.

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER