Cuma, Mart 29, 2024

Ahlak dilenciliği

Birçok öğrenci lisans hayatının ilk derslerinde gelecekteki meslek hayatına ilişkin çeşitli anlatılarla karşılaşır. Üniversite eğitimi sonrasında ne iş yapacağı, yaşamını nasıl sürdüreceği, ekonomik olarak nasıl geçineceğine ilişkin birçok motifin bulunduğu anlatılardır bunlar. Bununla birlikte, bir felsefe öğrencisi için durum farklıdır. Ona diğer bölümlerin aksine, Eski Yunan’dan bu yana felsefe pratiğinin bir ücret karşılığında yerine getirilemeyeceği yönünde kaynaklarını Sokrates ve Platon’un sofistlere karşı takındığı tavırda bulan ilginç bir efsane anlatılır. Bu efsaneye göre ona geleceğinde felsefeyi bir meslek olarak edinemeyeceği, edindiği durumda felsefeyle ahlaksızca bir ilişki içine gireceği söylenir –ve hatta bazı akademisyenler, bizzat yapmakta oldukları iş karşılığında aldıkları maaşlarını unutur bir şekilde bunu pek iştahlı bir şekilde dile getirir –yaşasın Sokrates, kahrolsun sofistler…

Öğrenim görmekte olduğu alanı bir meslek olarak yürütmesinin etik dışı bir tutum olarak niteleyen bu tuhaf efsane karşısında, dürüst bir hayat yaşamayı amaçlayan birçok felsefe öğrencisi basit bir açmazın içine sürüklenir: ya alanına ilişkin kendisini uzun süreli bir işsizliğe mahkûm edecek ya da alanı dışında bir meslek edinmeye yönelecektir. Nitekim halen, felsefe mezunlarının büyük çoğunluğu kendilerini ya işsiz ya da alanı dışında bir iş hayatının içinde buluyor.

Sözü edilen efsanenin dile getirdiği argüman zincirine dayalı düşünce izleğinin, bilhassa felsefe eğitimi almış bir insan tarafından birkaç saniyelik bir düşünme eylemi sonrasında asla savunulamayacak bir izlek olduğu çok rahatlıkla kavranabilir elbette. Gelgelelim bu basit esasa rağmen, söz konusu efsanenin gücü ve etkisi çoğu insanın zannettiğinden çok daha fazladır. Çünkü bu efsanede dile getirilen argüman zinciri, ilk büyük filozoflarca benimsenmiştir ilkin, dahası iki bin beş yüz yıldır da olur olmaz her kimse tarafından ahlaklı ve etik bir tutum örneklenmek istendiğinde, en rağbet gören örneklerden biri olarak kullanılmıştır binlerce kez.

Elbette bu efsane, ülkemizde de büyük bir etki gücüne sahip… Bu yüzden olsa gerek, felsefeye ilişkin farklı yaşam alanları açmayı amaçlayan ve bunun için çeşitli girişimlerde bulunan insanlar, günümüzde bile halen kaynağını bu efsaneden alan bir senaryonun içinde değerlendiriliyor hemen. Yine bizzat yaptıkları iş karşılığında aldıkları maaşı unutan bazı kimseler, felsefenin bir meta olmadığını, satılamayacağını dile getirerek pek değerli, pek dürüst, pek ahlaklı bir tutum sergilediklerini öne sürüp; sözü edilen işsizlik açmazı karşısında yeni yaşam alanları açmak için çalışıp didinen kişi ve kurumlara karşı açık bir düşmanlık gösteriyorlar. Hatta bununla da yetinmeyip, sözü edilen kişi ve kurumlara destek veren kimselere karşı da olur olmaz suçlamalarda bulunuyor ve pek bildik efsaneden aldıkları güçle, kendilerini pek ahlaklı ilan ederlerken, bu girişimler içinde bulunan insanları ise pek ahlaksız olarak göstermeye çalışıyorlar etraflarına ve kamuoyuna.

İşte bunun bir örneğini yaklaşık iki hafta öncesinde yaşadık. Üzerinde felsefe profesörü unvanını taşıyan bir insan; kişisel sosyal medya hesaplarından Türkiye’de felsefeye vb alanlara ilişkin yeni yaşam alanları açmaya çalışan kişi ve kurumlar ile bu kişi ve kurumlara destek veren insanlara karşı bir hayli özensiz ve açıkçası oldukça saygısız bir dil kullandığı paylaşımlarda bulundu. Belli ki kasıtlı bir şekilde seçilen ve hedef göstermek için kullanılan görsellerin de bulunduğu bu paylaşımlar sonrasında, bazı kimseler haklı tepkiler gösterirken birçok kimse ne de doğru bir şeyin dile getirildiğini, kendilerinin de bu durumdan pek rahatsız olduklarını belirtti. Paylaşımlarda efsanedeki argüman zincirine uygun bir şekilde dile getirilen ifadeler aynen şuydu:

“Felsefe ve bilimler satılık değildir! Metalaşmanın komedisi: Ücret istememeyi büyüklükten saymışlar.” | Yasal bir kurumu hedef gösteren bir görsel eşliğinde…

“Felsefe satılık bir meta değildir! Felsefe bir özgürlük bilimidir!” | İki insanın resimlerinin de bulunduğu ve birbiriyle de pek de alakası olmayan iki etkinliğin görselleri eşliğinde…

–/–

Ekonomik ve ahlaki terimlerin birbirine derme çatma bir şekilde harmanlandığı ve küçümseyici, aşağılayan bir tavrın da eksik edilmediği bu ifadeler; başka felsefe akademisyenlerin yanı sıra, pek çok yönden işsizliğe, geçim sıkıntısına ve ekonomik bir darboğaza terk edilmiş felsefe öğrencileri ve felsefe mezunlarından da destek gördü.

Peki, içinde bulunduğumuz yaşam pratiklerimizin ekonomik zorunluluklarını bir kenara bırakalım, dahası tüm kişisel unsurları da soyutlayalım ve sorulması gereken soruyu felsefece soralım. Nedir bu soru? Zannedersem en genel haliyle onu şu şekilde ifade etmek hiç de yanlış olmayacaktır: felsefeye ilişkin bir çalışma ya da çabanın özerk bir ekonomik faaliyet alanı kazanması etik açıdan savunulabilir mi?

Şöyle deniyor bu soruya karşı: Savunulamaz, çünkü ahlaki değildir. Peki, neden ahlaki değildir? diye konuyu açmak istediğinizde ise sadece bir sessizlik kalıyor geriye –ya da farklı farklı biçimlerde kendini tekrar eden bir geveleme: savunulamaz işte!

Takip edebildiğim kadarıyla söz konusu paylaşımları destekleyen kimseler; “bilgilerini” –daha yerinde bir ifadeyle “bildiklerini”– bedava bir şekilde paylaşmanın etik bir tutum olduğunu öne sürüyor ve “bilgi dostları” için oikonomika’ya ait olan her şeyin bir tür dolandırıcılıktan başka bir şey olmadığı anlamına gelen ifadeler kullanıyorlardı. Konuya ilişkin görüşlerini makul bir dil içinde ifade edenler; anlayabildiğim kadarıyla ekonomik olan her ilişkinin yalan dolana dayalı bir metalaştırma düzeninin parçası olduğu yönünde açıklanma gereği duymayan argüman ya da argüman parçalarını öne sürerken, daha kaba bir şekilde kendilerini ifade edenler ise neredeyse içinde felsefenin, bilimin, sanatın bulunduğu ekonomik her alanın ahlaksızlıkların yeri olduğunu dillendiriyordu şiddetle.

Olayın vuku bulduğu günlerde sürece tanık olan insanlar içinde, tanıdığım ve daha çok da tanımadığım bazı kimseler konuya ilişkin yönetim kurulu başkanı olduğum derneğin görüşlerini de almak istediler benden ve bazı yönetim kurulu üyelerinden. Ki bu vesileyse yaptığım görüşmelerden en ilginci; bir lisans öğrencisinin tüm etkinliklerini ücretsiz olarak yapan bir felsefe derneği olarak, ücretli etkinlikler gerçekleştiren kişi ve kurumlara karşı olumsuz bir tepkimizin olmamasının, dahası bu tür girişimlerde bulunan kişi ve kurumların yaptıklarının birçoğunu değerli ve anlamlı bulmamızın büyük bir çelişki olduğu yönündeki eleştirisiydi –daha yerinde bir ifadeyle suçlamasıydı. Ona göre, felsefenin ruhuna aykırı bir durumdu bu. Gerçekten çok ilginç…

Elbette bu tip sorularla felsefeyle ilgilenen ve felsefeye ilişkin bir şeyler yapan her insan gibi ben de ilk kez karşılaşmıyorum. Daha önce de defalarca muhatap oldum bu sorulara ve görünen o ki bundan sonra da defalarca muhatap olacağım. Bu sebepten, kısa bir sosyal medya mesajının ifade edilmek isteneni yeterince açıklamayacağını düşündüğümden, konuya ilişkin yaklaşımımı burada açıklamayı uygun buluyorum.

—/—

İlkin felsefenin bir meta olmadığı ve bir meta gibi kullanılmaması gerektiği benim açımdan da doğrudur. Fakat bu yaklaşımdan hareketle, felsefeyle ilgili birikim, ilgi ve duyarlılıkları üzerine bir yaşam alanı açmayı amaçlayan, bir yaşam kuran ya da bizzat kişisel ekonomik yaşamlarını bunun üzerine kurmaya çabalayan insanların yaptıkları –tıpkı yapıp etmeleri karşılığında maaş alan bir felsefe akademisyeni ya da öğretmeni gibi– hiçbir şekilde felsefeyi metalaştırmak olarak değerlendirilemez.

İkincisi, bir kişinin bilgi, birikim ve duyarlılıklarını ister belirli bir ücret karşılığında isterse de ücretsiz olarak hiçbir zorlama olmadan ilgili ve talep eden kimselere sunması, bu ilişki ağına girmeyi seçen kimseler dışında hiç kimseyi ilgilendirmez. Çünkü bu özel bir durumdur ve özel olanı genel içinde değerlendirmek hiç de felsefece bir yaklaşım değildir.

Felsefeye ilişkin sosyal ve ekonomik yeni yaşam alanları açmaya çabalayan insanların çalışmalarıyla alay etmeyi bir erdem gibi takdim etmek de felsefece bir tavır hiç değildir! Dahası felsefe, dürüstçe çalışan insanları suçlamaya yönelen bir etkinlik hiç değildir!

Kendi adıma, ısrarla aksini iddia eden birçok insanın aksine –hiç olmazsa kendi mikro çevremde durum böyle– felsefe de diğer her alan gibi meslek edinilebilecek bir alandır. Ve filozofluk da bir meslektir elbette. Nasıl ki, felsefe çevrelerinde Karl Jaspers’in “felsefe yolda olmaktır” sözü sık sık hatırlanıyor ve hatırlatılıyorsa, meslek denen şeyin “hayatta tutulan yol” anlamını da taşıdığı aynı sıklıkla hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır bence.

Şu ya da bu şekilde birbiriyle hiçbir şekilde uzlaşamayacak iki alan gibi takdim edilen etik ve ekonomi alanları, birbiriyle hiçbir şekilde uzlaşamayacak olan iki alan değildir asla. Ki felsefe tarihi bu iki alanın birbiriyle nasıl uzlaşabileceğini görmek için çok güçlü kaynaklar ve motifler sunar bize.

En önemlisi de, bazı konular hakkında bilgi sahibi olmak demek, bu bilgileri isteyen herkese ücretli ya da ücretsiz bir şekilde sunmak gibi ahlaki bir yükümlülük altına girmek demek değildir. Çünkü böyle bir yaklaşım ahlaki bir yaklaşım değil, ahlakçı bir yaklaşıma karşılık gelir. En önemlisi budur, çünkü ahlakçı söylemlerin, felsefece bir bakış açısında hiçbir yeri yoktur! Ve bilindiği üzere ahlakçı söylemler, riyakâr bir entelektüel varoluşun kendini aklama noktasında oldukça kullanışlı malzemeler sunar. Ve elbette, riyakârlığı ifşa olan bir insanın öncesinde haklı ya da haksız bir şekilde taşıdığı itibarını yeniden kazanmak için ahlakçı söylemlere sığınması ve fanatik bir ahlakçılığa soyunması da hiç de bir tesadüf değildir. Çünkü müthiş bir iç huzursuzluğu içinde sürdürmek zorunda kalınan bir yaşamdan hiçbir hesap vermeden çıkabilmenin en elverişli yollarından biridir ahlakçılık. Ahlak ise, yapıp-etmelerimizin tümünün hesabını üzerimize almamızdan geçer, hesap vermekten kaçınmaktan değil. Belli bir duruş noktasından bakarak, en doğru bakışın bu olduğu yönünde kuşkusuz bir zihinle hareket etmektir ahlakçılık. Böyle bir zihin kaçınılmaz olarak hor gören, suçlayan, sataşan bir gramer içinde düşünür daima. Bu yüzden ahlakçı bir insanın hemen her konuda ortaya koyduğu argüman zinciri hep aynı formül üzerine kuruludur: “Ben ahlaki kurallara uyuyorum, siz uymuyorsunuz!”… Doğrulukları kendinden menkul ve yalnızca birileri tarafından bilinen ahlaki kurallarla örülü bir dünya algısı içinde yaşayarak, bu dünyanın içinde kendilerine ayrılmış özel bir rolün bulunduğunu düşünen insanlardır ahlakçı insanlar; çünkü söz konusu kuralları bilenlerden biri de –ne tesadüftür ki hep de kendileridir. Ki bu konumlanışlarından dolayı, yaşamları iki temel eylem üzerine kurulmuştur: aydınlanmak isteyen insanları aydınlatmak, aydınlanmayan insanları ise suçlamak ve hatta gerekirse yok etmek!

Kendi adıma bu konularda şunu açık bir şekilde belirtmek gerekiyor ki; kendimize bahşedilmiş güven alanı içinde sıcacık yatağımızda uzanırken, kendimizin yönetici, geri kalan herkesin yönetilen olduğu bir dünyayı düşlemek hiç de özgür bir dünya düşlemek demek değildir! Ve içinde bizzat yaşamakta olduğumuz dünya da hiç de güzel hayaller dünyası değildir. Bu sebepten şu ya da bu şekilde kısmen de olsa karnı tok, sırtı pek biri olmanın verdiği avantajlardan hareketle, aç aç gezip aydınlanmak isteyen insanları aydınlatmayı kendimize görev edindiğimizi dile getirmek hiç de ahlaki bir tutum değildir –aksine düpedüz bir istismardır bu! Sabah akşam bedava ruh takviyeciliği yapmayı filozofça bir tutum olarak takdim ederek yapılan şey, felsefeyi metalaştırmaktan kurtarmak değil, ironik bir şekilde ifade etmek gerekirse, felsefeyi ucuzlaştırmaktır, ucuz felsefe yapmaktır. Yan yanayken değil de uzaktan uzaktan ona buna çamur atmak, hedef göstermek, birilerinin linç edilmesine şu ya da bu şekilde eşlik etmek, öncülük etmek, teşvik etmek, hiç olmazsa çanak tutmak bırakın ahlaki bir şey olmamayı çok daha vahimidir.

En nihayetinde felsefe gibi ahlakın da metalaştırılmaması gerekir –çünkü o bilgi, birikim, malumat vb şeylerin aksine hiçbir şekilde satın alınamaz ve satılığa da çıkarılamaz ve ucuzlaştırılamaz da.

Kendi yaşamınızın içinden kayıp giden etik motifler sonrasında dürüstlükten, samimiyetten, sorumluluktan ve dostluktan söz etmekten daha riyakâr ne olabilir ki! Ahlak dilenciliği yaparak topladıklarınızla ahlaklı olamazsınız –bilginize

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER