Burada yayınlamayı düşündüğüm yazı dizinde amaç Alevi toplumunun bugün içinde bulunduğu şartları toplumsal, dini, siyasal, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla incelemek ve geniş kamuoyunun anlayabileceği bir dil ve kavramsal sadelikle ortaya koymak.
Giriş
Politikyol’un yayın koordinatörü değerli Murat Aksoy’un daveti üzerine burada bir dizi yazı yazacağım. Genel karakteri itibariyle bu yazılar gündemle ilişkisini koparmadan tarihsel arka plana yoğunlaşan kısa değerlendirmeler olacak. İçerik bakımından ise, en azından birinci seride, doğrudan Alevilikle ilişkili konuları ele almayı düşünüyorum.
Birinci yazı dizisinin üst başlığı ‘Aleviler Ne İstiyor?’. Altı veya yedi yazıdan oluşacak bu dizide temel amaç, Alevi toplumunun bugün içinde bulunduğu şartları toplumsal, dini, siyasal, kültürel ve ekonomik boyutlarıyla incelemek ve geniş kamuoyunun anlayabileceği bir dil ve kavramsal sadelikle ortaya koymak.
Günü anlamanın ön şartının geçmişi bilmek ve belli ölçüde anlamak olduğu fikrinden hareketle, işaret edilen soruların cevaplarını bugünü üreten tarihsel süreçlerde arayacağız. Bu yönüyle, yazı dizisi bir bakıma Alevi tarihinin ana güzergahlarını sade bir dil ve basitleştirilmiş bir kavram setiyle özetlemiş olacak. Dolayısıyla, yazılar kronolojik bir sırayla birbirlerini takip edecek.
Ancak hem gerekli soruları zihinlerde önceden oluşturmak hem de yazıların güncel gelişmelerle ilişkisini canlı tutmak açısından dizinin son yazısını en başta yazacağım. Haftaya yayınlanacak bu yazı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçenlerde açıkladığı AKP’nin yeni ‘Alevilik Açılımı’nı ele alacak. Özetle, başka bir siyasi konjonktür ve devlet yapısı içinde oldukça yapıcı bir adım olabilecekken mevcut şartlarda bu girişimin neden özellikle Aleviler açısından yıkıcı sonuçlar doğuracağını tartışacak ve kümülatif faydalar düşünüldüğünde nihai olarak başarısızlığa mahkûm olduğunu iddia edeceğim. Analizlerimin ve bu yazıda ortaya atacağım argümanlarımın Alevi tarihine aşina olmayan birçok okuyucu tarafından anlaşılmayacağını ve kabul görmeyeceğini tahmin ediyorum. Zaten bu yazının amacı hemen birinci okumada tamamen anlaşılmak ve kabul görmek de değil. Onun yerine okuyucunun şimdiye kadar pek farkında olmadığı perspektiflerden konuya bakmasına yardımcı olmak ve zihinsel alışkanlıklar ve ezberler üzerinde yıkıcı birtakım sorular sormasını sağlamak istiyorum. Yazı dizisi tamamlandığında dönüp ikinci defa bu yazıyı okuyan okuyucuların en başta oluşan soruların epeyce bir kısmına cevap bulmuş olacaklarını bekliyorum.
Dizinin ikinci yazısında özelde Alevi tarihini ve inanç sistemimi genelde İslam ve diğer dinleri anlamaya çalışırken kullandığım yöntem ve kavramların kısa bir tanıtımını yapmak istiyorum. Burada özellikle din, tarih, kolektif bellek ve mit kavramlarına yoğunlaşacak ve bunların basıl birbirleriyle dinamik bir şekilde etkileşerek kutsalı inşa ettiklerini irdeleyeceğim.
Üçüncü yazı İslam dininin kendi içindeki farklılaşmaları ve bu farklılaşmaların tarihte ve günümüzde nasıl kavramsallaştırıldığı ve anlaşıldığını ele alacak. Bu bölüm İslam dininin mutlak güç sahibi tek bir tanrı inancı üzerine kurulu olmasından ileri gelen mutlakiyetçi yapısına vurgu yapacak ve bu özelliğinin İslam içi farklılıkların karşılıklı saygı ve barış içinde var olabilme imkanını nasıl ortadan kaldırdığını tartışacak. Yine bu bağlamda ortodoksi, heterodoksi gibi kavramların İslam içi farklılıkların anlaşılmasında neden yetersiz kaldıkları, yerlerine hangi kavramların üretilebileceği gibi sorulara cevap arayacak.
Dördüncü yazı İslam tarihinin başından 13. yüzyıla kadar olan kısmına bir kuş bakışı yapacak ve bu dönemde ana İslam versiyonlarının nasıl şekillendiğini özetleyecek.
Beşinci yazıda 13., 14. ve 15. Yüzyıl Anadolusu’na gideceğiz. Önce, geniş boyutlu göç hareketleri, toplumsal ve siyasal çalkantılar, fetihler ve din değiştirmelerle bu dönemde Anadolu ve Balkanların nasıl Türkleştiğini ve Müslümanlaştığını kısaca özetleyeceğiz. Arkasından, bu bağlam içinde zuhur eden yeni toplumsal-siyasal oluşumları ve onlarla koşut gelişen dindarlık biçimlerini irdeleyeceğiz.
Altıncı yazıda projektörlerimizi 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılda Balkanlar, Anadolu, Suriye, Azerbaycan ve İran’da meydana gelen toplumsal, siyasal ve dini gelişmelere çevirecek ve bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl bürokratik, merkeziyetçi ve Şeriat temelli bir imparatorluğa doğru evrildiğini ve merkezi İslam coğrafyasında yer alan diğer devletlerin de (Timurlular, Akkoyunlular, Memluklar gibi) aynı dönemde benzer bir eğilimde olmalarına rağmen neden Osmanlılar kadar başarılı olamadıkları sorularının tartışacağız. Arkasından bu siyasal-toplumsal-dini konjonktürde Kızılbaş Hareketi’nin doğuşunu ve Safevi Devleti’nin kuruluşunu ele alacağız.
Yedinci yazı Kızılbaş hareketi Safevi Devleti’nin Aleviliğin tarihsel gelişim süreci içinde nasıl bir kristalleşmeye neden olduğunu ve günümüze intikal eden Geleneksel Aleviliğin temellerini nasıl şekillendirdiğini tartışacak.
Sekizinci yazıda Kızılbaş hareketinin siyasi ve askeri gücünü kaybetmesinden sonra, 17., 18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı dünyasında Kızılbaşlığın varlığını sürdürme çabasını ve bu bağlamda geçirdiği dönüşüm süreçlerini ele alacağız.
Dokuzuncu yazıyı 20. yüzyıl Alevi tarihine ayırdım. Bu dönemde Alevileri derinden etkileyen iki önemli gelişme oldu: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş ve yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen kitlesel göçler. Serinin son yazısında Cumhuriyet’in Alevilere ne getirip ne götürdüğünü kısaca tartıştıktan sonra 1950’lerden itibaren başlayan kentlileşme sürecinin Aleviliği ve Alevi toplumunu nasıl bir yeniden var oluş krizi içine ittiğini ve bu krizin güncel sonuçlarını irdeleyeceğim.
Son olarak okuyucuya en başa dönüp ilk yazıyı bir daha okumasını salık verecek ve diziyi tamamlayacağım.
En azından plan bu!…