Cuma, Mart 29, 2024

Akşener ve Kılıçdaroğlu “aday” kelimesini partilerine yasaklamalı

Ülke tarihinin en kapsamlı hükümet programında uzlaşmış bir ittifakın, topluma vaat ettiklerini anlatmak yerine hâlâ dedikodu peşinde koşması, “rahatsız” seçmeni daha da rahatsız etmek dışında bir işe yaramaz.

Türkiye’nin karakterini belirleyecek bu tarihi seçimde muhalefetin başına gelebilecek en büyük felaket kötü bir aday değil; kendi adayının arkasında durmayı beceremeyen bir muhalif blok olur. Bu yüzden de adayın kim olması gerektiğine dair göze sokulurcasına yapılan bütün göndermeler şahsen liderlere kısa vadeli “puan” kazandırsa da toplamda muhalefete kaybettiriyor.

Artık cümle alem biliyor: Cumhuriyet Halk Partisi, liderinin bütün zayıflıklarına rağmen, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nu aday yapmak istiyor. İYİ Parti ise Kemal Bey’in kaybetme ihtimali sebebiyle buna sıcak bakmıyor. Anladık.

Zaten sorun anlaşmazlık değil, bu anlaşmazlığı çözmek yerine her iki tarafın da birbiriyle konuşmadan topluma kendi haklılığını gösterme çabası. Akşener’in grup toplantısında “sosyal medya operasyonlarına kanmayacağız” çıkışı da CHP’nin trol seviyesinde politika yapan siyasetçilerinin Twitter’da yürüttüğü operasyonlar da kimseye yaramıyor. Akşener’in Ekrem İmamoğlu’yla beraber gözüktüğü posterleri için de bu geçerli; İmamoğlu’na siyaset yasağı çıktığı zaman CHP İstanbul binasından Kılıçdaroğlu’nun tek başına “adalet” vaat ettiği poster için de.

Bu tartışmaların tamamı her iki tarafın da seçim kazanmaktan çok seçimi kendi istediği şekilde kazanmak istediğini gösteriyor. Evet, ben de Ekrem Bey’in kazanma ihtimalini Kemal Bey’e kıyasla yüksek görüyorum; ama hiçbirinin sağlam ve birlikte duran bir muhalefet bloğunu temsil etmedikleri müddetçe kazanamayacaklarının da farkındayım.

Zira Türkiye’de seçmen üç bloğa bölünmüş durumda. Bir tarafta ezici çoğunluğu aday yeniden Ekmelettin İhsanoğlu bile olsa sandığa gidip muhalefete oyunu verecek, siyasi kimliği Erdoğan karşıtlığı üzerinden tanımlanan bir kesim var. İktidara karşı duydukları nefret onlar için muhalefetin “umut” olmasından daha önemli. Muhalefet için bu kesimi sandığa götürmek, seçimin en az zorlanılacak kısmı. Ama “çantada keklik” de değil zira kimi kamuoyuna açıklanmayan araştırmalarda Kemal Bey’in bu konuda da hâlâ zorluk çektiği görülüyor.

Diğer taraftaysa Erdoğan hayranlığı ve kültürel kimliği üzerinden Cumhur İttifakı’ndan asla kopmayacak bir seçmen var. Maksimum oy kayması AKP’den MHP’ye oluyor. Bu bloktan muhalefetin oy alması mümkün değil çünkü onlara ulaşabildiği bir mecra yok. Bambaşka bir hakikat evreninde yaşıyorlar. TRT’de uydurma tarih anlatıları dinleyip, Ahmet Hakan moderatörlüğünde “kim daha iyi reis övüyor” yarışması izliyorlar. Bu kitle için muhalefetin yapabileceği tek şey, onları sandıktan uzak tutmak. Zor iş. Hele ki bu seçmene ve siyasi tercihlerine parmak sallayarak politika yapan bir dille olacak iş değil.

Üçüncü kesim için kimi araştırmacılar “kararsız” diyor, kimileriyse -daha isabetli bir biçimde- “rahatsızlar” terimini kullanıyor. Onlar eski Cumhur İttifakı seçmeni ama Türkiye’nin gittiği yerden ve kendi “kaybettiklerinden” rahatsızlar. 2010’ların başında aldıkları arabalar eskiyor, televizyonu değiştirmek bile zor gözüküyor. Diğer iki seçmen grubuna göre çok daha rasyoneller çünkü siyasetle şahsi çıkarları üzerinden bağ kuruyorlar. Onları “mobilize etmek” ya da “sandıktan uzak tutmak” değil; ikna etmek gerekiyor.

Peki nasıl? Asıl soru bu. Rahatsızlıklarının, bugüne kadar sadakat gösterdikleri partilerinden kopmaya başlamalarının sebebini anlamak, cevap bulmanın ilk adımı olmalı. Neticede Türkiye’nin yönetilememe krizi onları partilerinden uzaklaştırdı. Zira AKP yönetiminde orta sınıflaşan, kent hayatına dahil olan bu kesim şimdi tekrardan kenara itildi, hayatının kontrolünü kaybetti. Bundan daha âlâ kaybolan “kazanım” olabilir mi? (CHP’nin bu insanları başörtüsü çıkışı üzerinden kazanmaya çalışması da aslında kararsızların neden rahatsız olduğunu anlamadıklarını gösteriyor.)

Türkiye’de bir grup aydın AKP’nin başarısını yıllarca ideolojik sebeplerle anlattı. “Cumhuriyet elitleri” ya da “kurucu zihniyet” ile mücadeleyi Erdoğan’ın alametifarikası olarak gördüler. Muhalefet de yıllarca Erdoğan’ın bu duruşu ve bahsi geçen aydınların tarihsel hesaplaşmalarıyla uğraştı. Oysa, bu üçüncü seçmen grubunun AKP ile kurduğu ilişki bir ideoloji çerçevesinde değildi; sokakların güvenliğinin sağlanması, ekonominin kapılarının kendilerine açılması ve ülkenin “iyi yönetimi” AKP’yi Türkiye’nin merkezine taşıdı. Bugün o merkezden uzaklaşmasına sebep olan da bu yönetimin otorite ve iradesini kaybetmesidir.

Bu yüzden muhalif siyasetin ideolojik tartışmalardan, ‘masa’da parti ağırlıklarının kıyaslanmasından ya da aday dedikodularından ziyade; yönetim kabiliyetini göstermesi gerekir. Bunu yapmanın yolu da seçmenle iletişimi masanın kapalı kapıları ardında yapılması gereken tartışmaları grup toplantılarına taşımak değil; vatandaşın sorunlarına çare olabilecek bir uyumun gösterilmesi, ortak söylemden kopulmaması ve yol haritasının her yerde anlatılmasıdır.

Ne yazık ki bir yıla yakın süredir aday dedikoduları üzerine kampanya yapan muhalefet partileri seçmenle bu ilişkiyi kuramadı. Artık son düzlükte Akşener ve Kılıçdaroğlu’nun kendilerine de ülkeye de yapabilecekleri en büyük iyilik hem adaylık meselesine dair konuşmayı reddetmek hem de parti kurmaylarına “aday” sözcüğünü yasaklatmaktır. Ülke tarihinin en kapsamlı hükümet programında uzlaşmış bir ittifakın, topluma vaat ettiklerini anlatmak yerine hâlâ dedikodu peşinde koşması, “rahatsız” seçmeni daha da rahatsız etmek dışında bir işe yaramaz. Yaramıyor da zaten. 14 Mayıs gecesi kimse kalkıp seçmeni suçlamasın.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI