Cuma, Nisan 19, 2024

AKP’nin kendine geniş, Türkiye’ye dar teknoloji tanımı

AKP’nin son yıllardaki teknoloji tanımı, bireysel ve rekabetçi bir üretimden çok devletçi bir tanımı içeriyor. TOGG, dron gibi “ilerlemeler” bireylerin üretebileceği projelerden çok devletin güdümündeki gelişmeler.  Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcısı Neslihan Çevik yazdı.

Senelerdir uzmanlar belirli göstergelere bakarak, Türkiye’nin teknolojide dünyanın gerisinde kaldığını söyler.  Bugün ise, yurtdışına göçen mühendisler ve ekonomik krizle beraber bu problem derinleşti.

Ancak, AKP son zamanlarda bu problemi kabul etmek bir yana dursun, savunma sanayindeki hamleleri, TOGG, ve tekno-festlerle teknoloji problemini ortadan kaldırmaya başladığını söylüyor. Hatta seçim yaklaştıkça havuz medyada AKP’nin Türkiye’yi küresel bir teknoloji gücü hâline getirdiğini dinleyip duruyoruz.

Peki gerçekte durum ne? Bu hamleler ile Türkiye gerçekten Batı’yı yakalamak üzere mi veya hakikaten küresel bir aktör mü oldu?

Cevap üzülerek hayır.

Muhakkak ki özellikle savunma sanayinde yapılan hamleler kıymetli ve bunlarla gurur duyarız.

Ancak 20 senelik AKP iktidarı bırakalım teknoloji açığını kapatmayı, teknoloji problemini derinleştirdi.

Peki, neden ve nasıl?

AKP İÇİN SİHİRLİ, TÜRKİYE İÇİN SIĞ BİR TANIM

İlk konuşmamız gereken mesele AKP’nin sığ ve hamasi teknoloji tanımı.

Teknoloji bilim, iletişim ve finansal teknolojilerden veri analizi, yazılım, sistemler gibi materyal olmayan ürünlerden bilgisayar, çip, tank, drone gibi materyal ürünlere kadar pek çok ürünü kapsamasına rağmen, AKP teknolojiyi ilkesel olarak hacmi büyük fiziksel ürünler olarak tanımlıyor— araba, helikopter, roket, dron, tank, vs.

Bu hiç şaşırtıcı olmamalı. Bu tip ürünler mutlak hakimiyet, muktedirlik, görkem etrafında siyaset kuran iktidarlara iddialarını inandırıcı hâle getirmek için en kullanışlı, adeta sihirli bir araç sağlar.

Bunun ne sakıncası var?

Bu tip siyaseten elverişli ürünlerin, devasa maliyetleri ve uzun imalat ve ticarileşme süreçleri dolayısı ile, üreticileri bireyler veya firmalardan ziyade hükûmetler, bürokrasi ve hükümete yakın olan aktörler olur ve doğal olarak da teknolojik atılım, gelişme ve icatta iktidarın ve yakınlarının tekeline girer.

Kısacası, bu sığ tanımın ilk sakıncası teknoloji sektörünün kendi dinamik sivil piyasasını, aktörlerini, organik bağlarını oluşturmakta zorlanması olarak karşımıza çıkıyor.  Tam da bu yüzden tanklar, TOGG veya dronlar Türkiye’nin dünya ile arasındaki teknoloji açığını kapatamaz. Bu açığın kapanması için teknoloji üretiminin tabana yayılması gerekir.

Diğer ülkelerden örneklerle açıklayayım. Rusya dünya askeri güç endeksinde ikinci sırada iken, küresel teknolojik gelişmişliği ölçen endekste kırk beşinci sırada; yani düşük teknoloji gurubunda.

Bundan askeri sanayide önde olanlar sivil teknolojide geri olur gibi bir argüman çıkmasın. Nitekim, askeri ve savunma yatırımları dünya ortalamasının üzerinde olup, teknolojik gelişmişlikte de üst gurupta olan ülkelerde var: mesela, Güney Kore, İrlanda ve İsrail.

Tanklar, TOGG veya dronlar Türkiye’nin dünya ile arasındaki teknoloji açığını kapatamaz. Bu açığın kapanması için teknoloji üretiminin tabana yayılması gerekir.

Bu ülkelerin her biri sürekli dış tehdit altında ve bu sebeple savunma sanayi yatırımlarıda oldukça yüksek. Ancak Rusya ve Türkiye’nin aksine bu ülkeler devlet güdümündeki ürünlere değil geniş bir teknoloji sektörüne ve girişimciliğe yaptıkları yatırımlarla dinamik ve yaygın bir teknoloji sektörü oluşturarak teknoloji açıklarını kapattılar ve birer ekonomik mucize haline geldiler.

Güney Kore dünyanın dünyanın ilk 10 ekonomisinin içine girdi. İsrail bir avuç çölde girişimci ve ‘start-up nation’ adını alıp (yani ‘girişimcilik-ulusu’) yatırımcılar için bir cennet haline geldi. Savunma ve güvenlik şirketlerinin mili hasıladaki payı ise 2009’dan beri sadece %5’ler civarlarında.

TEKNOLOJİ TAVANDA KALIRSA…

AKP’nin kendine tam oturan ama Türkiye’ye dar gelen teknoloji tanımı aslında teknoloji üretiminin tabana yayılamamasına sebep oldu. Fiziksel ürünlere gösterilen itibar ve önem bir taraftan sektöre yeni girecek olan kuşağın diğer alanlara akışını sınırlıyor. Tekno-festler helikopter, roket dizaynı yapan yüzlerce liselilerle ve 20’li yaşlarda ki gençlerle ile dolu.

Ancak, istisnalar olsa da birkaç genç mühendis tarafından bireysel çabalar ve öz kaynak üzerine kurulmuş bir girişimin uçak, araba, roket yapıp bunu bir de ticarileştirmelerini beklemek saflık olur. Bu tip fiziksel ürünler tabandan tavana bir ivme sağlamak yerine, devletin güdümünde olur; çünkü maliyetleri yüksek ve süreçleri girişimcilerin dayanamayacağı kadar uzundur.

Sonuçta teknoloji hem icraat anlamında hem gençlerin zihninde ulaşılamaz bir nesne hâline gelerek, belki de pek çok genç beyin kaybediliyor.

Halbuki 1,8 milyar dolara satılan oyun şirketi olan Peak Games’in genç kurucusu şirketini İstanbul Kadıköy Moda’daki evinde kendi beceri ve bilgileri ile kurmuştu. Nitekim Facebook, Apple, Amazon, Ali Baba gibi şirketlerinde içinde olduğu dünyanın en değerli 10 şirketi bireysel inisiyatiflerle ve teknolojinin işte o fiziksel ve hacimli olmayan alanlarında ortaya çıkmış teknoloji şirketleri.

Diğer taraftan, fiziksel ürünler dışındaki teknolojilerin aynı itibarı ve siyasal, kurumsal, finansal desteği görmemesi her şeye rağmen bu alanlara giren girişimcilerin vergiden tutunda fon bulmaya kadar pek çok sorununun çözümsüz kalmasına sebep oluyor. Yani girişimciliğe başlamada, devam ettirmede ve ticarileşme sürecinde bariyerler olduğu yerde duruyor.

Hatta bu bariyerler bazı durumlarda kurumsallaşmış hale geldi. Mesela tekno-kentler…

VERGİ Mİ ARGE Mİ?

Teknoloji ve ARGE’yi yeşertmesi ve üniversite ve sanayi arası iş birliği kurması beklenen kurumlar, özellikle tekno-kentler, mevcut mevzuatlar ve teknoloji sektörünü şekillendiren sığ siyasi tavır içinde gerekli randımanı veremiyor.

Hepsi için söylenemez ancak çoğunlukla girişimci firmalar tekno-kentlere ARGE ve teknoloji problemlerini çözmekten ziyade vergiden muaf olmak için giriyor! Yani, tekno-kentler esas çözmeleri gereken teknoloji problemini değil de vergi problemini çözer hale getirilmiş!

Bir taraftan, son aylarda piyasanın altında olması gereken tekno-kentlerde kiralar da fahiş şekilde yükselmiş; örneğin İstanbul’daki bir tekno-kentin yeni açılan binasında 100 metrekare için yıllık 800.000 TL kira isteniyor. Bu şekilde üniversiteler de sanayinin teknoloji problemini çözeceğine kendi kaynak problemini çözüyor.

Şimdi gelelim en büyük soruna…

GİDERLERSE GİTSİNLER

AKP teknoloji problemini çözmek bir yana derinleştirdi derken, bunun en büyük tarafı beyin göçü.

Genel anlamda, çalışma koşullarındaki adaletsizliklerin, toksik kutuplaşmanın, geleceğe dair umudun tükenmesinin doktorlardan mühendislere vasıflı genç beyinlerin göçmesine sebep olduğunu zaten biliyoruz.

Ancak Teknoloji sektöründe durum daha ilginç. Teknoloji gerçekten de yaratıcı zekâ ve bireysel beceri ile yerleşik sosyal statülerin alt üst edilebildiği ve bireylerin bu yeteneklerin karşılığını alabildiği bir alan.

Türkiye’de dijital pazar büyüyor ama pazar istihdam edecek yazılımcı bulamıyor. Beyin göçünün kısa zaman içinde 100 bine kadar çıkabileceği de öngörülüyor. AKP’nin buna cevabı: “giderlerse gitsinler”!

Ancak genel olarak liyakatin yok sayıldığı bir siyasi ortamda bir de fiziksel ürünler etrafında belirli aile ve firmaların tekelleştiği bir teknoloji sektöründe, sadece zekâ, yetenek ve alın teri ile sektöre girenlerin “ne yapabilirim” sorusundan ziyade “kimi tanıyorum” sorusuna takılıp kalmaları, genç zekâları veya beyni ülkede tutacak motivasyonu yok ediyor.

Nitekim, 2021’de 30 bin yazılımcı kaybettik; bir kısmı başka ülkelere gitti bir kısmı Türkiye’de ikamet ediyor ancak uzaktan yabancı firmalara çalışıyorlar. Türkiye’de dijital pazar büyüyor ama pazar istihdam edecek yazılımcı bulamıyor. Beyin göçünün kısa zaman içinde 100 bine kadar çıkabileceği de öngörülüyor.

AKP’nin buna cevabı: “giderlerse gitsinler”!

Hindistan ve Çin gibi ülkeler ise beyin göçüne kaybettikleri zekâlarını beyin sürkülasyonu denilen bir strateji ile ulusal teknoloji sektörlerine entegre etmeye çalışıyor.

Üstelik beyin göçü savunma sanayinde de kırılganlıklar yaratıyor: askeri tasarımlara güç sağlayacak motorlar ve yazılımları geliştirmek için zaruri olan teknik kapasiteden ve beyinden yoksun olmamız bize üstelikte en kritik parçalarda dışa bağımlılık olarak geri dönüyor. Mesela, Atak helikopterinde ABD teknolojilerine, Altay Tankında Almanya ve Güney Kore teknolojilerine muhtaç olduğumuz gibi.

Bu mevzuda da Rusya ile benzeşiyoruz. Beyin kaybı ve yetenek açığı Rusya’yı Ukrayna savaşına devam edebilmesi için kafa tuttuğu NATO ülkelerinden yarı-iletkenler, transformatörler, transistörler, yalıtkanlar gibi bileşenleri satın almak zorunda bırakıyor.  Tam da bu yüzden bazı Batılı yazarlar “Putin’in sonunu mikro-çipler getirebilir” diyor…

BİTİRİRKEN: TEKNOLOJİ AÇIĞI VE YARINLAR 

Amacımız üzüm yemek; bağcıyı dövmek değil. Muhakkak ki şu ana kadar yapılan hamleler anlamlı. Ancak bu hamleler tek başına Türkiye’yi yarınlara üstelik 50 yıl değil 5 sene sonraki yarınlara hazırlamakta, teknoloji açığını kapatmakta yeterli değil.

Nitekim, AKP’nin Türkiye Yüzyılını üzerine inşa edeceğini söylediği ucuz işçi yüksek ihracat modeli bile teknolojik açığın kapanmasını bırakın daha da açılabileceğine işaret ediyor. Bırakın yüzyılı falan, bu model 4. Endüstri devrimin getirdiği otomasyon ile sadece birkaç sene içinde anlamsız hale gelecek.

Otomasyon küresel rekabeti hızla ucuzluktan yeteneğe kaydırmaya başladı bile. AKP yüksek-vasıflı insan kaynağını öğle yemeği yediremediği ilkokul çocuklarımızla, Etiyopya, Gambiya seviyesine inmiş üniversite eğitim kalitemizle, sahte ve şaibeli akademik ve bilimsel yayında dünya üçüncülüğümüzle mi inşa edecek acaba?

Muhakkak ki şu ana kadar yapılan hamleler anlamlı. Ancak bu hamleler tek başına Türkiye’yi yarınlara üstelik 50 yıl değil 5 sene sonraki yarınlara hazırlamakta, teknoloji açığını kapatmakta yeterli değil.

Teknolojiyi üretebilen ve hızla adapte olabilen yüksek-vasıflı bir emek piyasasını kuramayanlar, önemli uluslararası kuruluşlarının simülasyonlarına göre, 2030’a kadar milli nakit akışlarında %20’lik bir kayıp yaşayacak. Kaliteli insan kaynağı olanlar ise, içinde bizden göçen zekâlarında olduğu, 4. endüstri devrimi teknolojilerine öncülük ederek milli nakit akışlarını %20 arttıracaklar.

İşte burada kaybedenler grubunda olmamak için teknolojiyi AKP’nin değil Türkiye’nin sihirli öğesine haline getirmeliyiz. Aksi halde teknoloji açığımızı kapatmamız mümkün olmayacak.

Bunun için de ilk olarak teknoloji tanımını partizan angajmanlardan arındırıp dünya ile eş-güdümlü ve değişen koşullara uyumlu şekilde yeniden yapmalıyız.

Çünkü doğru politikalara ulaşmak doğru bir tanımla başlayarak olur…

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI