Perşembe, Nisan 18, 2024

Ahmet Özer yazdı | İnsan’ın ontolojisi: Hakkında doğru bilinen yanlışlar

GİRİŞ:

Karanlık bir mahluk olarak insan

İnsan karanlık bir varlık. Bilineninden çok bilinmeyeni var. Ayrıca, insan o kadar da yücelttiğimiz gibi yüce bir varlık değil. Gerçekçi olmalıyız. Yüzyıllardır insanı hep yücelttik, yere göğe sığdıramadık. Doğaya, hayvanlara ve diğer canlılara karşı kendimizi, yani insan türünü pohpohlayıp durduk. Hayvanların bunlara ne cevap verecek hali, ne de dili vardı. Zaman zaman doğada ve onların yaşam ortamlarında meydana getirdiğimiz tahribatların yarattığı değişikliklerle bize cevap verdilerse de anlamazlıktan geldik. Yaptığımız tahribatların dünyayı nasıl yaşanmaz hale getirdiğinin doğadan yükselen çığlıkları ayyuka çıktı, duymazlıktan geldik. Bu çığlığı yüreğimizin derinliklerinde duymamız gerekirdi, duymadık. Hani “insandık”, nerde kladı “insanlığımız”?

Evet şimdi sormanın tam sırası: Nerde o yücelttiğimiz insanlığımız..? Neden duymadık, neden hala duymuyoruz bu acı çığlıkları? Bu da yetmiyor sürekli üç maymunu oynuyoruz. Ha bire aç gözlü bir iştahla saldırılar devam ediyor. Ta ki “son ağaç kesilip, son nehir kuruyuncaya ve son balık tutuluncaya kadar, işte o zaman uğruna bu saldırıları gerçekleştirdiğimiz paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacağız fakat o zaman da iş işten çoktan geçmiş olacak.. Oysa yaşamak için bitkilerin ve hayvanların bize ihtiyacı yok, ama yaşamak için insanların hem hayvanlara hem bitkilere şiddetle ihtiyacı var. Bunu bile kabullenmedik abartılmış, pohpohlanmış boş bir gururla.

YÜZLEŞME ZAMANI:

Durum o kadar da parlak değil yani..

Bir kere şu gerçekle yüzleşelim. Doğayı egemenliğimize almak için sonuna kadar çözdük. Ona hükmettik, tamam; ama kendimize dönüp bakamadık bile. Demem şu ki, doğayı, doğadaki sırları büyük oranda çözdüğümüz halde insanı, insan denen muammayı hala çözmüş değiliz. Bu bakımdan insan bir muamma ve karanlık bir mahluk. Bunca bilime bunca bilgiye rağmen hala %70’i karanlıkta.

Bir başka nokta, mutluluk meselesi. Eğer mutlu olmaksa temel çabası insanoğlunun bu günün bunun neresindeyiz acaba? 30 bin yıl önce mağarada el izleri bulunan mağara adamının bugünkü insandan daha mutlu olduğunu söylüyor bilimciler. Durum buysa eğer, o zaman aradan geçen 30 bin yılda ne halt ettik? Bunca gelişme, tahribat, şehir, kirlilik, teknoloji, yabancılaşma vs ne işe yaradı? Ne anlamı var bu kadar gürültü patırtının?

Mesela 20. Yüzyıl gelişmenin zirvesi diye övünüyoruz, değil mi? İşte bilim şöyle gelişti teknoloji böyle gelişti diyoruz. Başvurmadık kavram bırakmadık , hızlı, baş döndürücü, önüne geçilemez vs vs. . Ama aynı yüzyılın tüm çağların en vahşi en barbar yüzyıl olduğunun üstünü örtüyoruz. Bir düşünsenize bu yüzyılda sadece iki savaşta kendi ellerimizle öldürdüğümüz insan sayısı 70 milyon. Hangi hayvan türü bu denli büyük bir vahşeti gerçekleştirebilir? Bu normal bir beynin işi olabilir mi? İnsan, erdem, ahlak vs.. deyip duruyoruz. Bir de bu savaşta sakat kalan 70 milyonu ekleyin.. Nasıl bir vahşet bu? Hani erdem, nerde ahlak, nerde bilim, niçin önlemiyor siyaset? Hala birbirimizi öldürüp duruyoruz.. Her geçen gün o çok övündüğümüz daha gelişmiş teknolojilerle, daha hızlı, daha çok sayıda.. Ve üstelik bütün bunların hesabını da vermiyor, kendini çok akıllı ve hayvandan üstün gören insanoğlu? Ben sadece soruları soruyorum. Siz biraz düşünün lütfen.. Şimdi yüzleşme zamanı akllı varlık..!?

DERECE FARKI MI? O da NE?

İkinci yüzleşmeyi yapalım. İnsan değerli bir varlık, insanın değeri özelliğinde, insanın özelliği ise akıl sahibi bir varlık olmasında, deyip duruyoruz.. İnsanı hayvandan üstün yapan akıllı bir varlık olması ise bu akılla her gün işlediği akıl almaz işlere ne demeli? Bu meseleye gelince ne diyeceğiz? Tamam akıl var, akıl doğanın en büyük yaratıcı eseri.

Başta böyle değildi tabi, zaman içinde değişti, gelişti, bu hale geldi akıl ve onun türevleri. İlk önceleri insan da her bakımdan hayvan gibiydi nitekim. Sonra ön ayaklarının el olarak ortaya çıkması ve dik omurgalı hale gelmesi her şeyi değiştirdi. Ön ayakların el olarak boşa çıkması bir çok şeyi değiştirdiği doğru. Fakat bu insanın büsbütün hayvandan koptuğu anlamına gelmez ki. Sadece gruplar, topluluklar, imparatorluklar, devletler vb kurması anlamına gelir. Yani insan zaman içinde hayvandan ayrıştı ve sosyalleşti. Nitekim büyük filozof Aristoteles’in “İnsan sosyal bir hayvandır”, demesi boşuna değil. Kaldı ki bu kurduğu imparatorlukların, devletlerin eli kanlı günahları ise ballandıra ballandıra anlatılıyor. Bunun için özel vakanüvisler, tarihçiler bile yetiştirildi. Kendi egemenlikleri için kendi kardeşlerini, hemcinslerini, türlerini katliamlarla, pogromlarla yok etmekten hiç geri durmayanların parlatılmış destanlarını yazıyorlar ha bire… Bu gün bile… Bu işin bir yanı. Diğer yanına gelince…Yani hayvandan ayrılan yanına…

Burda gelelim üçüncü yüzleşmeye: İnsanın hayvandan ayrılan yanından ziyade ortak yanı daha çoktur. Somutlaştıralım. Bütün canlıların üç tür ihtiyacı vardır. Yeme, içme gibi doğal ve zorunlu ihtiyaçları var. Cinsellik gibi doğal ama zorunlu olmayan ihtiyaçları var.. Buraya kadar hayvanla aynı dalga boyunda insan. İnsan gibi hayvanların da hem doğal ve zorulu hem de doğal ama zorunlu olmayan ihtiyaçları var. Buraya kadar yüzde yüz aynılar. İnsanın bir de ne doğal ne zorunlu olmayan ihtiyaçları var. Sanat, edebiyat gibi.. İşte hayvanlarda bu yok. Burada ondan ayrılıyor. Çünkü bunlar dile matuf şeyler. Zorunlu değil üstelik. Ama insan olmanın farkı için gerekli. Hayvanlar konuşmalarını biriktirip aktaramadıkları için bunu yapamamışlar. Fakat diğer iki şeyde insanla aynı derecede ve aynı noktadalar. Bu da doğal ve zorunlukluk bakımından bir nitelik farkı olmadığını gösteriyor. Kaldı ki zaten ne doğal ne de zorunlu şeylerle her insan uğraşmıyor zaten.

Üçüncü yüzleşme de şu: Son yıllarda akıl denen şeyin derece farkı ile hayvanlarda da bulunduğu anlaşıldı. Bu yüzden olacak ki ünü filozof Nietzsche “İnsan hayvanla insan arasında gerilmiş bir iptir” diyor.. Yani nitelik yerine derece farkını vurguluyor.. Üstelik gereklerini yerine getirmediği taktirde (ki bu da ne doğal ne de zorunlu olmayan ihtiyaçlarla olabilir ancak) bir insan bu sıralamada hayvanın arkasında yer alır ancak, diyor.

Dördüncü yüzleşme: Evet insan akıllı bir varlık; ama insan akıllı olduğu kadar aptaldır da. Evet insan yaratıcı bir varlık, ama insan yaratıcı olduğu kadar yıkıcıdır. Evet, insan iyi bir varlık, fakat gerçek şu ki insan iyi olduğundan daha fazla belki de daha kötüdür. Yani, insan denen varlık, son tahlilde bunların toplamıdır.

Koşullar, çevre, eğitim biçimi ve yetiştiği ortam, kurduğu ilişkiler birini ya da diğerini daha güçlü yapar, üste çıkarır, o kadar. Bileşik kap sitemi gibi, birini alta ittiğimizde diğeri üste çıkar. Erdemler mi, hem de yüceleri.. Onlar sonradan ortaya konulmuştur. Ama görülmüştür ki insan yaşamak için yeri geldiğinde tüm o yüce erdemlerden vazgeçebilir.

İNSANIN AÇLIĞI

Beşinci Yüzleşme: İnsan(oğlu) aç bir varlıktır. İnsanın bedensel ve ruhsal olmak üzere iki tür açlığı var. Ne ki önce bedensel açlık öne çıkar. İnsanoğlunun ölümden ödü patlar, çünkü hep yaşamak ister. Yeme içme ile yaşamayı garantiye alır, cinsel dürtülerini tatmin etmeyle neslin devamını sağlar… Bunları yaparken içine girdiği arzu, istek ve şehevi duygular onu sonradan uydurulmuş ideal insandan uzaklaştırıp asıl doğasına döndürür. İşte bu noktada sorun dediğimiz şey başlar.

Altıncı yüzleşme: Toplumsallaşma insanın doğasına aykırıdır. Aslında doğal insan söz konusu olduğunda bu büyük bir sorundur. Çünkü çok sonradan toplum denen şeyi yaratıp, ahlak, hukuk, erdem gibi şeyleri bulup uydurmuştur insanoğlu. Bunları uydurduktan sonra onlara mugayir olanları sorun olarak kodlayarak sınırlandırıp zapturapta almıştır. Yönetmek için, düzen için, kolay bira arada yaşamak için.. Hatta güç denen devlet aygıtı için, iktidar denen zehirli sarhoşluk için bütün bunlar sonradan uydurulmuş şeylerdir. Ve ha bire insanın gerçek doğası unutularak bunlar yapılmış ve tarihteki bütün rezilliklerin üstü örtülerek kendi kendini ha bire pohpohlanmıştır insan türü..

Hal böyle olunca da buna ters giden bir şey vuku bulduğunda numaradan şaşkınlıktan küçük dilini yutar gibi yapmıştır. Yapılan bütün vahşiliklerin ve rezaletlerin kökeninde gerçeği görüp üstüne gitmek yerine takiye yapıp yenisine davetiye çıkarmak yatıyor. Bir de tabi çok önemsediğimiz öğrenme ve öğretme var.. Bir düşünün doğal haliyle yaşayan ve bizim bugünden bakıp vahşi dediğimiz ama bir günde yapsa yapsa ancak birini öldürecek hayvan türü mü daha vahşi yoksa eğitilmiş ve öğretilmiş olduğu halde bir günde binlerce insanı öldüren kişi mi daha vahşi? Üstelik o bir adamı öldüren (ki onu da yapmaz ya genellikle, ihtiyacı kadar hayvan öldürür sadece) bununla övünmezken binlerce insanı katledenler katilliklerini gizlemek adına bunu büyük başarı olarak hepimize yutturur. Biz de ya korkudan ya da akılsızlığımızdan onların bu vahşetini iyi bir şeymiş gibi alkışlarız. Şimdi soruyorum zorunlu olmadıkça kimseyi öldürmeyen ilk çağ insani mi daha vahşi yoksa bizi bir günde binlerce insanı öldürmenin gerekliğiliğine inandırıp onları öldüren çağımızın insani mi daha vahşi?

Yüzleşme yedi: Vahşet tarihte birilerinin çıkarına hizmet etmiştir hep. Bu öğrenme ve öğretme ile naklolunca insanın asıl doğası unutulmuştur. Meseleyi gerçekten çözmek için asıl doğaya dönmesi gerekirken, en üst tabaka ile uğraşmış. Böylece üstte yatan gerçeği ya görmemiş ya da görmek istememiştir. Bu da uydurduğu binlerce yalandan, kandırmacadan biri olarak yerleşerek adeta onun bir karakteri haline dönüşmüştür yıllar içinde. Bütün bunlara baktığımızda insan doğasını değiştirmek ve terbiye etmek için bulunan en etkili yollardan biri bu güne kadar eğitim kurumu olarak önümüze çıkıyor. Ve üstelik de ne gariptir ki en büyük vahşeti en eğitimliler yapıyor.

Yüzleşme sekiz: Eğitim insanı insanlıktan çıkarabileceği gibi daha “insanlaştırbilir” de.. Burdaki cümlede geçen ikinci insanlaşma kelimesi “iyi insan” olarak da okunabilir. Bunu eğitim yapıyor; o nedenle eğitimin fonksiyonu önemlidir. Neden, çünkü insanı gerçek doğasından kopartılıp başka bir doğaya savuruyor. Bu başka doğayı en başta devlet(ler) ister. Toplum ister kendi huzuru güveni için. Aile ister, kendi mutluluğu başarısı için. Birey ister kendi başarısı için. Bu böyle devem edip gider.

Evet burada asıl mesele kültür ve eğitimdir. Yani çocukluktan itibaren ruhsal ve bedensel açlık erdemler denilen çerçeve ile sınırlandırılır eğitimle terbiye edilir, bunlar toplumun gözetimi içinde süreklileştirilir. Hatta toplumun yetmediği yerde devletin korkutucu gücü ve zapturapt devreye girer, onları dizginler. Bunlar yapıla yapıla, alışkanlık haline getirildiğinde ise karaktere dönüşür.

Bütün bu çabalar insanlığın iyi denilen hedeflere doğru geliştirilmesi içindir! Her doğan insanda bu süreç yeniden, yeniden başlar ve işler. Önceden biriktirilen deneyimler ise toplumun yeni üyesini daha hızlı ve etkili dönüştürme açısından daha etkili olanaklar sunar.

SONUÇ: İnsan Nedir?

Şimdi sadede gelelim. Bütün bunlardan sonra ve bu yüzden sormak lazım: İnsan nedir? Bu soruyu iyi tahlil etmek ve dürüstçe cevaplamak gerekir. Bu aynı zamnda insana ayna tutmaktır. Tabi insanoğlunun tüm bu kötülükleri bastırıp iyi yanlarını ortaya çıkarması için adaletli ve sömürüsüz bir toplum arayışı elbette devam edecek. Bu noktada denebilir ki insanlık gelişiyor ama çok sancılı bir şekilde.

Sancılar daha ağır. Toplumda sürekli bir hayret etme durumu var yapılan yanlış işler karşısında. Oysa insan böyle bir varlık ve o bu evrende var oldukça söz konusu yanlışlar olacaktır. İnsan varoldukça dünyada kötülük ve vahşilik denilen şey de olacaktır. Çünkü vahşet ve kötülük insana mahsus bir şeydir. İnsanın olduğu yerde bunlar da olacak. Belki bazen azalarak belki bazen artarak.

Üç aylık bir bebeğe tecavüz eden bir mahluk için “pis sapık, bunları hadım edelim, idam edelim, öldürelim” diyerek kurtulamayız ve bu vasatı böyle kurutamayız. Sorulması gereken soru şu: Niye bunu yaptı, nasıl bu hale geldi bu kişi(ler)? Bunda ailenin, toplumun, devletin rolu ne? Seri katili, tacizciyi insan olarak görmememe yaklaşımı var toplumda, yanlış, külliyen yanlış. Halbuki tam bir insan. Çünkü insanın doğasında bunlar var, mevcut. Ve bu toplum, çevre, olaylar, yetişme biçimi, eğitim vs onu öyle ortaya çıkarıyor. Üstünden baskı kalktığı için öyle davranmış, bilinç altında gizli o doğasına dönmüş. Sorun şu, bunların sayısını minimize edebiliyor muyuz, edemiyor muyuz? Sormamız gereken soru Rakel Dink’in sorduğu gibi bir bebekten nasıl bir katil çıkardığımızdır. Bir çocuktan nasıl bir tecavüzcü yarattığımızdır.

Bu analizlerle bu nevi olayları olumladığımız anlamı çıkmasın. Burada, sadece insana ve onun doğasına ayna tutmaya çalışıyoruz. Bu yüzleşmeyi yapmazsak gerçeğe gözümüzü kapatmış oluruz. Gerçeğe gözünü kapatan ise dünyayı sadece kendine karanlık yapar.

Bir avcıyı düşünün, hayvanları avlıyor. Bin kişinin ölümünü alkışlayanların birinin ölümüne timsahın gözyaşlarını dökmesi riyakarlığına ne demeli? Efendim biri çocuk diğeri yetişkin kabahatlı vs? Hani insan insandı. Hani insan değerliydi. Üstelik de binbir güçlükle binbir emekle yetiştirilmişti. Sonra birileri onu öldürüyor ve öldürülen ödüllendiriliyor. Artık öyle bir hale geldik ki dünya bir cehenneme dönüştü. Vicdan yitirilmiş. İnsanı asıl insan yapan şey yok. Yazar Ahmet Ümit’ın son kitabında dediği gibi, “Vicdanını yitirmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem?”

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER