Çarşamba, Mart 27, 2024

Ahmet Özer yazdı | 24 Haziran seçimlerinin sonuçları hakkında özet bir analiz

Önce seçime dair genel olarak birkaç değerlendirmede bulunmak isterim. Öncelikle adil bir yarış olmadı. OHAL ortamında seçime gidildi. İktidar partisi devletin ve kontrol ettiği medyanın gücünü sonuna kadar kullanırken diğer partiler bu olanaklardan yoksundu, hatta baskı altındaydı. HDP’nin CB adayı başta olmak üzere birçok yöneticisi, milletvekili ve belediye başkanı tutuklu idi ve ne yazık ki seçime Suruç ve Erzurum’da kan bulaştı. İnsanlar 7 Haziran sonrasını hatırlayarak yeniden tedirgin oldu. “Eşit ve adil seçim” ilkesi bir kez daha işlemedi.

Bu seçimde de tutanak ve sandıklarla ilgili tartışmalar yine seçimin meşruiyetine gölge düşürdü. Seçmenin büyük bölümü seçim boyunca “Acaba verdiğim oyun başına bir şey gelir mi?” diyerek kuşku yaşadı. Bir seçimi seçim yapan “dürüst ve hilesiz seçim” ilkesi ihlal edildi.

Bunun yanında seçim gecesinin iyi yönetildiği de söylenemez. CHP dâhil hiç bir partinin bu seçimde de AA dışında alternatif bir “hızlı sayım döküm merkezi” oluşturup seçim sürecini fonksiyonel biçimde işletememesi büyük bir eksiklik. Nitekim günler öncesinde seçmene bu konuda taahhütte bulunanlar da sınıfta kaldı. Seçim gecesi seçmen diken üzerinde heyecanlı bir bekleyiş içinde olmasına rağmen, liderler seçmeni aydınlatma ve yönlendirmede eksik ve atıl kaldı. Çünkü liderlik böyle zor anlarda gerekli olan bir şeydir, geniş ve sorunsuz günde kimse kimseye ihtiyaç duymaz.

Bu seçim aslında bir yönüyle yeni anayasanın ikinci referandumu niteliğinde bir seçimdi. Yeni anayasanın, % 48’e karşılık % 52 ile kıl payı geçmesi sistem konusunda itirazın ve kutuplaşmanın devam ettiğini gösteriyor ki bu durum Türkiye için sorun olmaya da devam edecektir. Buna karşın seçimde katılımın yüksek olması ve sekiz partinin yer aldığı temsil gücü yüksek bir parlamentonun oluşması demokrasi açısından oldukça sevindirici bir durum. Ancak ne var ki seçmen aynı sorumluluk ve duyarlılıkla görevini seçimden sonra yerine getirmiyor.

Seçimin galibi Erdoğan olsa bile parlayan yıldızı Muharrem İnce oldu. Ancak İnce’nin son mitingleri İP’ye AKP ve MHP’den gelmesi beklenen oyu frenledi diye düşünüyorum.. Eğer böyle olduysa ikinci tur fırsatı biraz da bu yüzden kaçtı diyebiliriz. Erdoğan’ın stratejisi de buna paralel olarak : “Akşener ve Karamollaoğlu’nu yok say, Demirtaş’ı kriminalize et, İnce’yi kendine rakipleştir, CHP ve Kılıçdaroğlu üzerinden ona yüklenerek hem kendi seçmenini konsolide et hem de İP ve Saadet tabanını ürkütmemeye dikkat et.” şeklindeydi. (Nitekim seçim ikinci tura kalmış olsaydı bu sefer de onların oyunu hedefleyecekti.) Bu strateji sonuca gitmede şimdilik kendi yararına işledi, ama uzun vadede ters tepecektir. Çünkü İnce performansı ile parladı, % 31’e varan bir oy alarak CHP ve toplum için bir umut haline geldi. Bu çıkışla birlikte ilk defa AKP’nin ve Erdoğan’ın “yenilmezlik algısı” seçmenin kafasında yıkıldı. İnce mevcut statüko kayasını sarstı, şimdi kaldıracın gücünü artırıp onu söküp atmada iş. Bunun yolu, yöntemi, çalışması şimdiden başlamalı..

Bundan sonra ne olacak?

Bu genel girişten sonra, seçimle ilgili son söyleyeceğimi başta bir cümleyle özetleyeyim: Seçimin sürprizi MHP, galibi Erdoğan, kaybedeni CHP, parlayanı ise Muharrem İnce. Bu sonuçlardan sonra gözler iki aktöre çevrilecek: Birincisi, MHP hükümette yer alacak mı, alacaksa nasıl ve hangi koşullarda alacak? Buna bağlı olarak AKP, MHP’nin ne kadar etkisinde kalacak, daha doğrusu AKP mi MHP’yi kendine çekecek yoksa MHP elindeki anahtarla AKP’yi biraz daha mı MHP’ye yaklaştıracak, hükümetin uygulayacağı politikalarda MHP’nin etkisi ve ağırlığı daha mı artıracak? Kanaatimce FETÖ, PKK, OHAL uygulamaları gibi konularda MHP AKP’ye şartsız destek verecektir ki bu da daha şahin ve güvenlikçi politikaların yürürlük bulması anlamına gelecektir.. Daha mikro düzeydeki projelerde ise aralarında uyuşmazlık ve çıkar çatışması olacaktır. Nitekim bu da Erdoğan’ın tek adamlık tarzına uymaz. Bu duruma ekonominin kötü gidişatını da eklersek, o takdirde CB iki yıla kalmadan yeni bir erken seçime ülkeyi götürebilir. Ortaya çıkan durum AKP’nin MHP ile devam etmesinin avantajlarından çok risklerinin daha fazla olduğunu gösteriyor.

Bu noktada AKP’nin önünde iki yol var. Birinci yol mevcut bölünmüşlük ve kutuplaşmayı gidererek demokrasi ve özgürlükleri geliştirmek ve ülkeyi kısmen de olsa rahatlatmaktır. Bir diğer yol ise, MHP’nin de etkisi ile güvenlikçi politikalara devam ederek daha da otoriterleşmektir. Birinci yol Türkiye’ye nefes aldırır, AK Parti için de bir ferahlamaya yol açar. İkinci yol ise çıkmazdır. Bu yol Türkiye’yi sadece içerde germekle kalmaz dış dünyadan da tecrit eder. Bunun da hem ekonomiye hem de siyasete olumsuz etkileri artarak devam eder.

 Beklentiler ve Gerçekler: Kazanan ve Kaybeden

Peki bu duruma nasıl gelindi? Öncelikle Cumhur İttifakı içindeki MHP’nin oylarının yarı yarıya düşeceği, CB seçiminin ikinci tura kalacağı yönündeki tahminler tutmadı. MHP’nin İyi Partiye rağmen oylarını koruması, özellikle de Doğu ve Güneydoğuda oylarını ikiye katlaması incelenmesi gereken bir durum olarak önümüzde duruyor. Realite mi böyle yoksa işin içinde başka bir iş mi var muhakkak açığa çıkarılmalıdır. MHP vasıtasıyla seçimin kazananı, Cumhur İttifakı CB adayı gibi görünse de, ittifakın büyük partisi AKP kaybedenler kulübünde. MHP bu seçimde İyi Partiye kaptırdığı oy kadar AKP’den de (özellikle gençlerden) oy aldı. Öte yandan iktidarın onca olumsuz politika ve uygulamalarına rağmen ana muhalefet CHP’nin 01 Kasım 2015 Seçimine göre üç puan düşmesi dikkatle incelenmeli. Buna karşın seçimi kazanamamış olsa bile seçimin parlayan siyasetçisi ise hiç kuşkusuz Muharrem İnce oldu. Partisinden 7-8 puan daha yüksek bir oy alarak CHP’nin yıllardan beridir sıkıştığı sosyolojik tabanı aştı. Bunun sürdürülmesi üzerinde çalışılması ise son derece önemli.

HDP beklendiği gibi Demirtaş’tan yüksek oy aldı, barajı geçti ama Millet İttifakı HDP ile birlikte bile meclis çoğunluğuna ulaşamadı. İyi Parti lideri Meral Akşener beklenen oyu alamadığı gibi partisi de MHP’den tahmin edilen oyu koparamadı, daha ziyade AKP ve CHP den oy aldı. Saadet ise tam bir hayal kırıklığı. Hiçbir varlık gösteremedi. Kendisi tek bir milletvekili çıkarmadığı gibi lideri Karamollaoğlu %1 civarında kaldı. (Bunda İnce’nin son görkemli mitinglerinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu kanaatim aynı zamanda İP için de geçerlidir.)

Özetle, Erdoğan ve İnce partilerinde 8-10 puan fazla, Demirtaş ve Akşener de partilerinden 2-3 puan düşük oy almaları siyasetteki dengelere ne denli yansıyacağını önümüzdeki günler gösterecek.. AKP ve Erdoğan partinin 8 puanlık kayıpları için “mesajı aldık gereğini yapacağız demeleri” diğer partilere de yansımalıdır. Yenilgiden zafer çıkarma siyaseti kısa vadede bazı şeylerin üstünü örtse de uzun vadede kazandırmaz. Hiçbir şey başarının yerini tutmaz, hiç bir gerekçe de başarısızlığı mazur kıl(a)maz. O nedenle herkesin bu tabloyu önüne koyup, duygusallıktan uzak objektif bir biçimde değerlendirmesi ve ardından da gerekli çalışmaları yapması gerekir diye düşünüyorum.

Üç Siyasi Coğrafya

Türkiye’nin seçmen davranışı bakımından üç ana coğrafyaya ayrıldığı bu seçimde daha da net bir biçimde görüldü. Birinci bölge, kıyı şeridi ki burası “daha kentlileşmiş” ve daha laik kesimleri içeriyor. Bu bölgeden CHP birinci parti olarak çıkıyor. Burada yerleşik yörük kültürü yanısıra, göçmenlikle harmanlanmış bir “kıyı milliyetçiliği” de söz konusu. Son seçimde İyi parti de buralardan oy aldı. İkinci ve daha büyük bir alanı kapsayan coğrafya orta Anadolu ve Karadeniz bölgesidir ki burada başından beri AKP hep yüksek oranlarda birinci parti olarak çıkıyor. Bu seçimde de öyle oldu. Bu bölge muhafazakâr, geleneksel kalıplara sahip. Son zamanlarda ekonomik olarak iktidar nimetleriyle semiren bir “orta sınıf” var ki bunlar köylü olmaktan çıkmış ama tam olarak kentlileşememiş de. Buraların yansımalarını İstanbul, Kocaeli, İzmir gibi kentlerin çeperlerinde de görmek mümkün. Hayat tarzını, din ve diyaneti önemseyen, buna göre davranış kalıpları geliştiren kitlelerin yoğun yaşadığı coğrafya burasıdır. Üçüncü coğrafya ise Güneydoğu ile Doğu Anadolu’nun bir bölümünü kapsıyor ki HDP burada birinci parti. Daha ziyade kimlik siyaseti belirleyici rol oynuyor bu seçmende. MHP ise kısmen İç Anadolu kısmen Çukurova ağırlıklı, milliyetçiliğin yayıldığı kıyılardan oy alıyor. Burada yerleşik Yörük kültürünün yanı sıra göçmenlerle birlikte ulusalcı milliyetçilikle harmanlanmış bir “kıyı milliyetçiliği” söz konusu.

Bu üç coğrafya dört siyasi damardan besleniyor. AKP “dindar muhafazakâr” damardan, CHP “laik seküler” damardan, MHP “milliyetçi” damardan, HDP “Kürtlük” siyasi damarı ve milliyetçiliğinden besleniyor. Bu damarlar Osmanlının son dönemlerine kadar bile götürülebilir. İtihadi Muhameddi Partisi, İttihat Terakki ve Kürdistan Taali Cemiyeti gibi dini, laikliği, milliyetçiliği ve Kürtlüğü önceleyen partiler o zaman da vardı.

Günümüzdeki partiler motomot bunların devamıdır diyemeyiz. Ama bunlardan hiç iz taşımıyorlar da diyemeyiz. Bir etkileşim, bir devamlılık olduğu şu ya da bu şekilde söylenebilir. 24 Haziran seçimlerinde de muhafazakârlık, hayat tarzı, laiklik, milliyetçilik ve etnik kimlik rol oynamadı denebilir mi? Bunların yanında seçmenin davranışını günümüzde belirleyen sosyo politik yapılar da var, onlara bakalım.

Seçmen Davranışını Ne(ler) Belirledi?

Seçmen neden böyle davrandı, neye göre oy veriyor, ya da seçmen davranışlarını belirleyen saikler nelerdir? Siyaset bilimi ve sosyolojik açıdan baktığımızda seçmen davranışını üç etmen ve zaman diliminin belirlediğini söyleyebiliriz:

1.Geçmiş: Çünkü insanın muhayyilesi geçmişe doğrudur. Kararını verirken geçmişte yaşadıklarına, geçmiş deneyimlerine bakar. Geçmişte partilere bakışı ve en önemlisi alışkanlıkları siyasi tutumunu ve davranışını önemli ölçüde etkiler. Aile, okul, mahalle, sosyal ve siyasal çevre rol oynar.

2.Gelecek: İnsan umut eden bir varlıktır. O yüzden seçmen davranışlarını belirleyen önemli bir etken de (geçmişin gölgesine rağmen) geleceğe olan umuttur. Bu kimi yer ve zamanda sadece etkilemekle kalmaz belirleyici bir rol da oynar. Kiminle, hangi parti ile davranırsa, kazanırsa kendisi ve içinde yaşadığı aile, mahalle, toplum için daha iyi olur, ona bakar.

3.Şimdi: Geçmişin gölgesi, geleceğin umudunun birleştiği kavşak şimdidir. Burada güven devreye girer. Geçmişin belirleyici kavramı hatırlamaktır, geleceğin belirleyici kavramı umut etmektir. Şimdinin belirleyici kavramı ise güvendir. Geçmişin ışığında geleceğe açılırken umudunu diri tutacak ve boşa çıkarmayacak olan hangi siyasi görüş ve parti ve liderdir ona bakar. Bu noktada “itibar” etmek yetmez, “itimat” da etmesi önemlidir. Burada vaatler, sözler, projeler ve tüm bunların yapılabilirliği ona yön verir. Bunlara olan inanç ve güven etkili olur.

Liderin Etkisi

Kişi karar verirken sadece akıl ile hareket etmez, duyguları da devreye girer. Akıl güven içinde gelecek ister. Duygu ise şimdiye yöneliktir. Şimdiyi ister. Siyasette ise o şimdiye etki eden üç unsur vardır. 1) Liderin heyecan yaratan hedefleri, ikna kabiliyeti, samimiyeti ve inandırıcılığı 2) Bu hedeflere ulaştıracak olan projeler programlar, vaatler, sözler 3) Bu vaatleri, sözleri projeleri yerine getirme kapasitesi ve güvenilirliği. Toplumda kabul görme derecesi itibarı… Bütün bunlar, bilerek veya bilmeyerek rol oynar.

Kişi ve kişinin etrafındaki kadrolar da karar verme süreçlerine etki eder. Çünkü sözün gücü var-amenna- ama sözü kimin söylediği de en az söz kadar önemli. Bu yüzden liderle birlikte kadronun da güvenirliği, liyakat ve ehliyet derecesi önemli. Liderin yakınında olmak tek başına liyakatli ve ehliyetli olma anlamına gelmez. Sözgelimi lidere yakın olan biri halka o denli yakın olmayabilir. Lider sırf onu destekliyor diye kayırmacılık yaptığında bu ona zarar verir. Lider olmak doğru kadro belirleme gücüyle orantılıdır. Lider her şeyi bilmeyebilir, ama bilenlerle çalışır. Bu noktada, doğru zamanda, doğru kişiyi doğru işle buluşturan kişinin adıdır lider. Tabi bu özelliklere sahip kişi doğru zamanda ortaya çıktığında topluma heyecan verir. Heyecanı doğru kanalize etmek değişimin vazgeçilmez koşuludur.

Muharrem İnce’nin Başardığı…

Muharrem İnce bir ayda neler yaptı. 1) Bazı önemli kalıpları yıktı -en başta söyleme ilişkin kalıpları-2) Sonuca ulaşmasa bile AKP’nin ve Erdoğan’ın tahtını sarstı, onların yenilebilir olduğunu gösterdi 3) CHP’nin neler yapabileceğini herkese gösterdi. Demek ki isteyince, iş ehline verilince olabiliyor. İncenin çıkışı ile değişim talebi çakıştı. Çünkü toplumda bir değişim talebi vardı, hala da var. Bu çeşitli nedenlerle (zaman, lojistik, iyi organize olamama ve rakibin para ve devlet gücü vb.) sandığa yansıtılamadı. Fakat bunun için bir başlangıç yapıldı, toplum değişimin olabileceğine 16 yıldan sonra ilk kez inandı. İnce’nin başarısının sırrı burada aranmalıdır.

Peki bundan sonra ne yapılmalı? Bir kere CHP kendisi ile İnce arasındaki derin uçurumu oturup düzgün bir şekilde analiz etmeli, sudan bahanelerle topu taca atmamalı. Gerçekleri olduğu gibi görmeli, üstünü örtmemeli, halının altına süpürmemeli, gereğini yapmalıdır. Unutulmamalı ki gündüz gerçeklere gözünü kapatan dünyayı sadece kendine gece yapar. Gerçek ise orada, büsbütün durmaya devam eder.

Değişim Talebi Sürüyor

Bir düzenden memnun olmama hakkımız var. Bu yetmez, değiştirmek için “… yapıyormuş gibi değil, gerçekten bir şeyler yapmak” lazım. Çünkü değişimin gücü onu isteyenlerin gücü, istek ve motivasyon oranındadır. Bu motivasyonu ve yönlendirmeyi de sadece lider tek başına yapamaz, ancak ve ancak onunla birlikte çağdaş bir örgütlenme, nitelikli kadrolara sahip siyasi bir organizasyon yapabilir.

Siyasi partilerde lider oligarşisi var, bunu da kişisel menfaatleri için destekleyen kadrolar vardır. Bunlar belli konumları işgal ettikleri için sürekli statükoyu korur, değişime direnç gösterirler. Kendilerine göre gerekçeler uydurmaya devam ederler, ama değişimin zamanı gelmişse kimse durdurmaz, o taktirde zaman aleyhlerine işler ve zemin altlarından kayar. O yüzden ‘’benim olsun küçük olsun” zihniyetini terk edelim, “büyük olsun, bizim olsun” diyelim. Küçük bir çadırda orta direk dahi olsan neye yarar, ancak büyük direk kenarında bile olsan sen de onunla birlikte büyürsün..

Aday Profilinin Etkisi

Örneğin partinin aday belirleme konusunu ele alalım: Aday belirlerken 1) O ilin sosyolojisine 2) Bölge dengelerine 3) Liyakat, ehliyet, bilgi, birikim ve hitabete 4)Temsil kabiliyetine 5) Partideki emeğine, deneyimine, toplumda bir karşılığı olup olmadığına 6) Parti politikalarına hâkimiyetine 7) Kazanma sürecine katkı yapıp yapmayacağına ve yeterli olup olmadığına bakılır.

Maalesef son seçimde bunları dikkate alan bir yaklaşım ile hareket edilmedi. Daha ziyade kişiye yakınlık, ahbap çavuş ilişkisi ve en önemlisi seçimden sonra parti içi iktidar dikkate alınarak belirlemelere gidildi. Bugün istenen sonuca ulaşamamanın önemli nedenlerinden biri de budur. Çünkü seçim, doğru aday, bunların yaratacağı rüzgar ve sandık hakimiyeti ile kazanılan bir süreçtir. Baştaki unsur eksik olursa domino etkisi yapar, diğerleri de eksik olur ve başarı sağlanamaz.

Oy Geçişkenlikleri: Doğru Soru Doğru Cevap

AKP: Doğru sorular sorup doğru cevaplar alınamazsa sonuç gene başarısız olur. AKP seçimde 8 puan oy kaybetti. 69 ilde oyları azaldı, 12 ilde ise arttı. İlginç olan bu 12 ilin 11’inin Doğu ve Güneydoğu’da yer alması. Buna karşılık HDP bu illerin tamamında (150 bin civarında) oy kaybetti. Birleşik kap sistemi gibi AKP artınca HDP geriliyor, HDP artınca AKP geriliyor. Çünkü başta CHP olmak üzere diğer partiler bu iki bölgede bir varlık gösteremiyor. Bu da demokrasimizin kırılgan noktalarından biri.

CHP’nin ise 48 ilde oyu 1 Kasıma göre düştü, 33 ilde ise kısmen arttı. Ancak CHP’de AKP gibi oy kaybetti. AKP’nin bütün başarısızlıkları ve 16 yıllık yıpranmış iktidarına rağmen ana muhalefetin hala oy kaybetmesi incelenmeye değer manidar bir durum. CHP’nin şeytan taşlamayı bırakıp, şapkasını önüne koyup yeniden düşünmesi ve eksiği, yanlışı başkasında değil -hele hele seçmende hiç değil- doğrudan kendisinde araması lazım. Başarının yolu da budur. Bu noktada Muharrem İnce’nin yaptığı çıkışı soğutmadan iyi değerlendirmesi hem partinin hem ülkenin yararına olacaktır.

HDP’yi ise bu seçimde batı illeri kurtardı dense yeridir. HDP Doğu ve Güneydoğuda eskiden zirve yaptığı 16 ilin tamamında önemli oranda oy kaybetti. Bunların dışında 65 ilde ise irili ufaklı oyunu arttırdı. Özellikle üç büyük şehir de yarım milyon oy artırmış olması dikkate değer bir durum. Aynı şekilde Çukurova’nın üç büyük ili olan Adana, Mersin ve Hatay ve Antalya da bir artış gözlemleniyor. Bu oyların bir kısmı HDP barajı geçsin diye özellikle CHP’den verilmiş stratejik oy iken diğer önemli bir kısmı Batıdaki Kürt seçmenin HDP’nin mağduriyetine sahip çıkması olarak yorumlanabilir. İstanbul, Ankara ve İzmir 1 Kasım’a göre 410 bin oy artıran HDP buna karşılık Doğu ve Güneydoğuda hendek savaşları ve Kayyum çatalındaki kafası karışık seçmeni kaybetti. Sadece seçmeni değil, Adıyaman, Bitlis, Diyarbakır, Van, Şırnak gibi kalelerinde birer milletvekili de kaybetti. HDP’nin bu durumu doğru dürüst tahlil etmesi ve doğru sonuçlara ulaşması hem kendisi hem Türkiye demokrasisi hem de Kürt meselesinin çözümü için önemlidir.

MHP,  bu seçimde İyi Partiye bir miktar oy kaptırdı, ancak AKP’den önemli oranda oy aldı. MHP ile ilgili şu tespiti yapabiliriz: Gelişmeler ve olaylar gösteriyor ki; belli bir süreden beridir MHP sanki kendisinden ziyade D. Devletin bir unsuru olarak AKP’nin yanında yedeğinde, karşılıklı bir kontrol ve denetim mekanizması içinde yeralıyor. Kimi yerlerde AKP MHP’lileşirken kimi yerde tersi oluyor.

MHP konusunda dikkat çeken ve üzerinde düşünülmesi gereken bir husus da, MHP’nın güçlü olduğu Akdeniz Bölgesi dahil Batıda oy kaybetmesine karşın Doğu ve Güneydoğuda oylarını ikiye katlamasıdır. Ör; Adanada 19,6 dan 11,64’e; Osmaniyede 34,58’den 31,61’e; Mersinde 21,36’dan 12,66’a gerilerken, Bingölde 1,8’den 5,75’e; Hakkaride 1,4’ten 3,51’e; Şırnakta 1,2’den 3,85’e yükselmiş görünüyor. Benzer bir durum Adıyaman, Van ve Diyarbakır’da da var.

Bu tablo sadece polis ve askerin oyu ile açıklanamaz. Derinlemesine bir araştırmayı gerektirir. Ancak şimdilik şu söylenebilir: Oy artışı ile ilgili yukarıda adı geçen bütün illerde MHP ittifak içinde belli bir yükselme göstererek HDP’ye birer milletvekili kaybettirip AKP’ye birer milletvekili kazandırmış olması dikkate değer manidar bir durumdur.

İyi Parti; % 10 gibi bir sonuç aldı. Oysa Meral Akşener ve İyi Partililer bunun çok üstünde bir oydan bahsediyordu. CB Adayı Meral Akşener partisinin ve beklentinin altında kaldı. Peki, yeni kurulmuş, henüz bir tabanı olmayan İP 10 puanı nereden, kimlerden ve hangi partilerden aldı, bu oy nereden geldi? Bir kere İP’nin aldığı oyların 4-5 puanının MHP’den (buna karşılık aynı oranda AKP’den MHP’ye oy gitti), 2-3 puanın AKP’den, 1-2 puanın CHP’den geldiği açık. Burada asıl beklentileri alt üst eden husus MHP’den beklendiği gibi İP’ye bir oy kaymadığı gerçeğidir. Bu oyların İP’de kalıp kalmayacağı bundan sonra İP’nin göstereceği performans ve tutuma bağlı olacak. Anlaşılan o ki ittifak, milletvekili sayılarına değilse bile oy sayısına negatif etki yaptı. İyi Parti, Saadet Partisinin CHP ile ittifak yapması onlara yaramadığı gibi CHP’ye de yaramadığı anlaşılıyor. MHP’den iyi partiye geçmesi beklenen seçmen gelmediği gibi Saadet Partisi’ nin AKP’de emanet durduğu söylenen % 2-3’lük oyu da ya yoktu, ya da varsa da gelmedi. (Bu oyların bir kısmının İnce’nin yaptığı son üç görkemli mitingden ürkerek geri gitmiş olabilir!)

CHP’nın 1 Kasım seçimlerine göre yaklaşık olarak düşen 3 puanın 1,5 puanı İP’ye yaklaşık 1,5 puan da HDP’ye gittiği söylenebilir. Bu oyların bir kısmı HDP baraj altında kalmasın diye giden stratejik oy iken bir kısım da Saadet ile yapılan ittifaktan ve HDP’nin dışarda bırakılmasından duyulan rahatsızlıktan giden sol oylardır. Bu durumda şunu da görmek gerek; hem İP’nin hem de Saadet Partisinin beklenen oyu almamasında CHP ile ittifak yapmasının da bir etkisi oldu. İyi partiye MHP’den, Saadetin emanet olarak AKP’de olduğu söylenen oyları hem bu yüzden, hem de son günlerde Muharrem İnce’nin yaptığı görkemli mitinglerin ürküttüğü oylar olabilir. Milletvekili çıkarmadaki avantajına rağmen Saadet ve İP ittifakı dolayısıyla CHP’den HDP’ye (stratejik oyun dışında) küçük de olsa bir oy kaymasından söz edilebilir.

En Önemli Sorumuz: Ne Yapmalı?

Asıl mesele parti içi değil ülkede iktidar olmaktır. Belirlemeler ve seçimler buna göre yapılmalı. Benim olsun küçük olsun anlayışı çeyrek asırdır partiyi sıkıştığı % 20 -25 kısır döngüsünden kurtaramıyor. Bu sıkışmışlıktan yeni ve etkili, sorun çözücü bir söylemle, dikeyden ziyade yatay demokratik bir örgütlenme ile; liyakatli, ehliyetli ve etkili kadrolarla kurtulabilinir. Ayrıca;

1.Öncelikle artık parti içi iktidar mücadelesi bir kenara bırakılmalı. Önce ülke, sonra parti sonra kişi gelmeli.. İyi yapan, başarılı olan, başarılı olacak olan kimse iş başına getirilmeli. Artık ayak oyunları, delege hesapları bir kenara bırakılmalı. Bunların olması için daha ne olması bekleniyor. Bundan başka daha ne olacak? O nedenle herkesin kepini önüne koyup düşünmesi gerekir.

2.Halka dokunmalı. Özellikle baştan beri söylediğimiz gibi CHP’den uzak olan üç kesim var ve bu kesimlerle yeni köprüler kurulmalı. CHP Kürtlere, mütedeyyinlere ve varoşlara (emekçilere, yoksullara, dışlanmışlara) dokunmalı. Onlara ulaşabilmeli, sorunlarına çözümler, projeler önermeli. Önümüzde yerel seçimler var, bu seçimler bunun için önemli bir fırsat olabilir, iyi değerlendirmeli.

3.Eski zihin kalıpları, eski zihniyet değişmeli. Liyakat ve ehliyet öne çıkarılmalı, kadrolar buna göre oluşmalı ve oluşturulmalıdır. Bunların her biri apayrı bir çalışma konusu; biz burada ana başlıkları söylüyoruz. Bunlar olmazsa ne olur? Bunlar olmazsa elbette dünya yıkılmaz, hayat her şeye rağmen devam eder, ama CHP başarıya ulaşamaz; AKP herşeye rağmen iktidarını sürdürür…

PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,450TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,284AboneAbone Ol

EDİTÖR ÖNERİSİ

HAFTANIN ÇEVİRİSİ

SON HABERLER