Cuma, Nisan 19, 2024

Ahmet Davutoğlu PolitikYol’a konuştu II | “Erdoğan’da gördüğüm güç zehirlenmesi”

“O zaman tanıdığım Cumhurbaşkanı’nı şimdi tanıyamıyorum” diyen Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu; “İtiraf edeyim ki, bazı şeyleri iyi niyetimden ve samimiyetimden dolayı fark edemediğimi düşünüyorum. Bazı hırsları, bazı beklentileri, bazı planları fark etmemişim. Ama şimdi o zamandan bu zamana ciddi bir güç zehirlenmesi olduğunu görebiliyorum.” dedi.

Erdoğan gibi güçlü bir figür Cumhurbaşkanı iken, parti başkanlığı ve Başbakanlığı kabul etmeniz naiflik gibi geldi. Sembolik bir Başbakan olacağınızı hiç düşünmediniz mi?

Tam tersi. Çünkü, ben Erdoğan’ı ne kadar tanıyorsam Erdoğan da beni o kadar tanıyor. O açıdan Erdoğan’ın benim sembolik bir Başbakan olmayacağımı görmesi lazımdı. Ben ne bakanken ne de başdanışmanken sembolik olmadım. Olamazdım da.

İkinci olarak böyle bir şeyin olabilmesi için benimle bu konuda bir müzakere yapılması gerekirdi ya da benim Başbakan olmak için bir çaba sarf etmem lazımdı. Belki şaşıracaksınız ama ben adım açıklanana kadar bu konuyu Sayın Erdoğan ile hiçbir zaman konuşmadım. Başbakan olmak için hiçbir kulis ya da lobi çabası içine de girmedim. Dışişleri Bakanı olarak gündemim zaten hayli yoğundu. Erdoğan benim adımı açıklayana kadar bilgim de olmadı. Evet son günlerde bazı işaretler vardı ama bunu aramızda hiç müzakere etmedik. İnanılması zor gelebilir ama vaka bu.

AK Parti Genel Merkezi’nde adayımız Dışişleri Bakanı’mız Ahmet Davutoğlu’dur diyene kadar aramızda bu konuda bir bahis geçmedi.

BEN EMANETÇİ BAŞBAKAN OLMADIM

Erdoğan’ın sizi tanıması ne demek?

Kendisi ile hukukumuz eski. Ama daha önemlisi benim 7,5 yıllık başdanışmanlık dönemimde nasıl çalıştığımı, işimi nasıl ciddiye aldığımı bilir. Dahası şunu bilir; ben danışmanlık yaptığım dönemde hiçbir ek gelir ve makam kabul etmeden çalıştım.

Kendisi bana 2007 seçimleri öncesinde vekillik, bakanlık önerdiğinde de; akademide kalmak istediğimi ifade edip, bu teklifi kabul etmedim. Bu açıdan beni, kişiliğimi bilir, tanır. Bu açıdan benim sembolik bir Başbakan olmayacağımı en iyi kendisi bilir.

Ben bana bu teklif yapıldığında, bütün bunları bilinerek teklif yapıldığını düşündüm ve kabul ettim. Ki kendisi kongre konuşmasında “Sayın Davutoğlu emanetçi başbakan olmayacak” diyen Erdoğan’dır. Dahası…

Evet dahası…

AK Parti benim için iddiaları olan bir partiydi. Ve o partiye öyle kukla ya da sembolik bir genel başkan yakıştırmak o insanlara hakarettir. “Sizin genel başkanınız olsun ama yetki kullanmasın demek” benden çok AK Parti tabanına, AK Parti teşkilatına hakaret olurdu.

Ama sizden sonra bu görevi o haliyle kabul eden oldu… Bu nasıl oldu?

Bu soruyu, sorunun muhatabına soracaksınız. Ama benden sonra sistemin nasıl dönüştüğünü görürseniz, bazı soruların cevaplarını kendiniz de bulabilirsiniz.

O GÜN SÜKSE YAPANLAR ŞİMDİ YAPILANA İHANET DİYOR

Gelelim 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasındaki hükümet kurma görüşmelerinize. Kim istemedi hükümet kurulmasını?

7 Haziran 2015’de öyle bir tablo çıktı ki, tek parti hükümeti kurmak mümkün değil. Koalisyon için iki ihtimal vardı. HDP’yi düşünmediğimiz için ya CHP ya da MHP ile yapacaktık. Bu seçenekleri MKYK’da değerlendirdik.

Cumhurbaşkanı bana görev verdi her iki tarafla da görüştük. Ben o koalisyon görüşmelerinde bana verilen anayasal görevlerimi yaptım.

Ama CHP ile olan koalisyon görüşmelerini ihanet olarak görenler oldu…

Ne acıdır ki bugün benim CHP ile o görüşmeleri yapmamı ihanet gibi görenler Cumhurbaşkanına ihanet ithaf diyorlar. Çünkü bana o görevi Cumhurbaşkanı verdi. Görevi alacağım sonra “koalisyon kurmak size ihanet olur, ben bu görevi yapmayayım” mı diyeceğim. O zaman niye verdi Cumhurbaşkanı bana görevi, vermeseydi. CHP ile koalisyon yapmak ihanettiyse, ihanet bu görevin verilmesidir.

Şimdilerde bütün misyonu bize saldırmak ve iftira atmak olan bir gazeteci hanım var; o dönem Mecliste Devlet Bahçeli bana selam verince ben onu alkışladım diye beni, Bahçeli ile birlikte Erdoğan’ı düşürmeye teşebbüs ettiğimize dair yazılar yazdı. Peki o zaman şimdi AK Parti niye Bahçeli’nin egemenliğine girdi?

Aynı şey bugün AK Parti sözcülüğünü yürüten Ömer Çelik için de geçerli. Kendisi bizim heyetin başındaydı, o zaman CHP ile olan görüşmeler nedeniyle sükse yapmayı biliyordu. Neden o günlerde “bu ihanettir, bu görüşmeleri yapmayalım” demedi. Hatta bana gelip, “Cumhuriyet tarihinin en önemli görüşmelerini yapıyoruz efendim” diyordu. Sayın Kılıçdaroğlu ile yaptığımız son görüşmeye de bana eşlik etti. Birçok arkadaş “CHP ile koalisyon kuralım” diyordu o günlerde. Bunların hepsinin MKYK’da notları ve şahitleri var.

O gün koalisyon kuralım diyenlerin hiç biri bugün çıkıp; “Evet biz bunu istiyorduk” deme cesaretine sahip değil.

Neden yok?

Yok. Çünkü Türkiye’de maalesef ilkesel yaklaşımda büyük bir örselenme var. Belki de bu dönemimin en büyük kayıplarından birisi, şahsiyetlerin körelmesi, hatta yok edilmesi. İlke yok, dürüstlük yok. Küçük ve geçici hesaplar şahsiyetleri yok ediyor.

KOALİSYON ZOR ÇALIŞIRDI

Peki eğer CHP ya da MHP ile koalisyon kurulabilseydi, çalışabilir miydi?

Zor hatta imkansız olabilirdi. Çünkü o dönem pek çok atama, yürütmeye ilişkin karar üçlü kararname ile oluyor yani Cumhurbaşkanının da onayı gerekiyor. Yani bir genel müdür atayacaksınız da, cumhurbaşkanını onayı gerekiyor. Böyle bir tabloda yönetmek neredeyse imkansız hale gelebilirdi. Bir de Cumhurbaşkanı etrafındaki ilişkiler ağı gerçeği vardı. Benim ilkelerimle siyasi süreçler arasında büyük bir gerilim doğardı. Bunun yürümeyeceğini hissettim.

Koalisyon kurmadığım halde beni ihanetle suçladılar. Bir de kursaydım nasıl bir psikolojik harbe muhatap olurdum siz düşünün.

Ne zaman AK Parti’den ayrılmaya karar verdiniz?

Şuradan başlayalım. Biz Gelecek Partisi’ni kurmadan önce AK Parti içinde temiz siyaset, demokratik hak ve özgürlükler çerçevesinde uzun bir mücadele verdik ama olmadı. O günkü öngörümüz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yol açtığı tahribatın daha da derinleşeceği, Türk ekonomisinin ciddi sıkıntılar yaşayacağı şeklinde idi.

Nitekim AK Parti’den istifa etmeden önce 22 Nisan 2019’daki açıkladığım manifestoda, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partiye uyarılar yaptım, alınması gereken tedbirleri açıkladım. Ne yazık benim bu açıklamamı kendi kurdukları ve benden sonra tahkim ettikleri otoriter yolsuzluk düzenine bir tehdit olarak gördüler ve bizi prtiden ihraç istemiyle disipline sevk ettiler. Gelinen nokta burası.

BİR DEVLET KRİZİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ

Aynı koşullar şey bugün için de geçerli değil mi?

Bugün hem demokrasi düzenimiz, hem devlet düzenimiz hem de toplumsal dokumuz çok ciddi tahribat yaşıyor. Yaşanan bu tahribatın artık küçük dokunuşlarla düzeltilebilme şansı yok. Aynen 2016’da yani yolsuzluğun tekil olmaktan çıkıp sistematik hale gelmesi gibi. Bugün karşı karşıya olduğumuz bütün sistemi kuşatan bir yönetim krizi, bir sistem krizi, bir hukuk krizi, bir rejim krizi hatta bir devlet krizidir. Böyle bir durumda çözümlerin de aynı ölçekte kapsamlı olması gerekir. Onun için 1 Kasım’da kongremizi yaptıktan sonra hemen 9 Kasım’da güçlendirilmiş parlamenter sistem önerimizi sunduk. Bu öneri şu anda sistem konusunda elde bulunan tek yazılı metindir. Sonra 15 Şubat 2021’de Temiz Siyaset Belgesi açıkladık.

Özetle biz Gelecek Partisi olarak, Türkiye’nin içinde bulunduğu krizi aşmak için nasıl bir yol haritası izlemesi gerektiğini açıkladık. Biz bu adımları hızlandıracağız. Hem tekil sorunlara çözüm bulacağız, hem de sistemi tümüyle değiştireceğiz.

Sahi neyle karşı karşıya Türkiye?

Karşı karşıya olduğumuz otoriterlik, bu yolsuzluklardan besleniyor. Çünkü otoriter siyasi liderler, kadrolar yolsuzluk oldukça güçleniyorlar. Hani Peker, “maaşınız kadar konuşuyorsunuz” diyor ya, maalesef bu doğru. Sadece gazeteciler için değil, çok önemli siyasi isimler için de doğru.

Bir eski bakan, neden marinanın yönetim kurulunda yer almak ister? Bu eski bakanlar, eski milletvekilleri, eski başbakanlar için de geçerli. Ama bakıyorsunuz 3-4 yerden maaş alan eski siyasiler, bürokratlar var.

Dahası şu an bu görevde olanların bazıları, geçmişte bize gelip iktidara en ağır eleştirileri yaptıktan bir süre sonra ya terfi alıyorlar ya da başka bir görev alıyorlar. Biz AK Partiler için İŞKUR gibi çalışıyoruz. Bize gelip konuşan iş buluyor, terfi ediyor.

O zaman otoriterlikle yolsuzluk bir döngü oluşturdu…

Tam da öyle. Otoriterleştikçe bir yolsuzluk düzeni kuruluyor. Yolsuzluk düzeni büyüdükçe otoriterlik güçleniyor ve bir döngü oluşuyor. İşte ben bu döngüyü kırmak istedim. Ve bu döngünün parçaları bunu bildikleri için 2016’da bana kumpas kurdular. Ama ben aynı hedef için siyaset yapmaya devam ediyorum.

Parlamenter sisteme dönüş bu döngüyü kırmada bir çare mi?

Evet. Çünkü şu an kurulmuş yolsuzluk düzenini parlamenter sistemde sürdürmek çok zor. Bu ancak parlamenter sistem içinde bir vesayet rejimi kurulursa mümkün olabilir. Ki, geçmişte çarpık parlamenter sistemin nasıl yolsuzluklara yol açtığını hepimiz gördük. Tek çözüm güçler ayrılığı ilkesine dayalı gerçek bir parlamenter sistemdir.

Tam da burada mesele zihniyet meselesi. Yani parlamenter sistemin dayandığı zihniyetin de demokrat olması önemli.

Türkiye’nin sorunlarını aşması konusunda parlamenter sisteme dönüş çok konuşuluyor. Bu konuda ilk çalışmayı siz yaptınız ve bunu kamuoyuna açıkladınız. Son dönemde parlamenter sisteme dönüş konusunda AK Parti’nin CHP ile görüşebileceği iddiaları var. Ne dersiniz, böyle bir şey olası mı?

Eğer AK Parti,  parlamenter sisteme dönüş yolunda adım atarsa ülkenin normalleşmesi yolunda ön açar. Böyle bir adım atılması şu anda var olan siyasetin denklemini bütünüyle değiştirir. En başta ittifaklar sistemine gerek kalmaz. Herkes kendi siyasi ilke ve hedeflerine uygun tercihler yapar.

AK Parti bu konuda olumlu bir adım atarsa Türkiye’nin önü açılır. Biz parti olarak destekleriz. Çünkü bizim savunduğumuz sistem bu.

GÜCÜNÜ RİSKEEDECEK ADIM ATMAZ

Peki atabilir mi?

Zannetmiyorum. Çünkü Türkiye’de siyasi gücün devredileceği kanaati olduğunda o siyasi gücün en yakınındaki insanlar bile ondan uzaklaşmaya başlar. Cumhurbaşkanı böyle bir riski kolay alamaz. Bir örnek vereyim…

Buyurun…

Şimdi kendisi unuttu ama parti kapatma davası esnasında; o zamana kadar çok yakınında olanlar ortalıkta görünmemeye başladı. İşte ben o zaman onun yanında siyasete girmeye karar verdim. İlginçti o dönem ona en çok hakaret edenler şimdi yanında. Bunun içinde Süleyman Soylu da dahil, Numan Kurtulmuş ta dahil veya başkaları da. Hatta Doğu Perinçek te dahil.

Bu yüzden Erdoğan gücünü riske edebilecek hiçbir adımı atmaz. Ama buna rağmen bu adımı atması lazım başka da çıkar yolu yok.

Buradan hareketle, AK Parti seçime gitmez, kaybedeceği seçimi yapmazlar, kaybetseler bile gitmezler gibi endişeler dile getiriliyor. Haksız endişeler mi bunlar?

Ben böyle bir şey olacağını düşünmüyorum. Seçime gidecekler ve kaybettiklerinde de gidecekler. Buna her şeyden önce biz inanacağız ve bunu halka bir teminat olarak bu güveni vereceğiz. Bu can, bu tendeyken, biz nefes alıp veriyorken Türkiye’de seçimi kimse engelleyemez. Biz bu konuda kararlı olmazsak, halk nasıl kararlı olsun?

Türkiye seçime gidecek. Buradaki seçeneğimiz şu; parlamenter sisteme seçimden önce mi geçeceğiz yoksa parlamenter sistemi savunan bir cumhurbaşkanı seçtikten sonra mı?

SEÇİMLER İÇİN İKİ YIL BEKLEMEYECEĞİZ

Devlet krizi var diyorsunuz. Dışarıdan baktığınızda kimse ne yapacağını bilmiyor, derin bir belirsizlik kaygı var.  Kimse akıl yürütemiyor. AK Parti Türkiye’yi taşıyamıyor sanki Türkiye’de AK Parti’yi taşıyamıyor gibi. Böyle bir süreç varken iki yıl nasıl geçecek?

Ben seçimler için iki yıl bekleyeceğimizi zannetmiyorum. Ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden aday olabilmesi için 24 Haziran 2022’ye kadar erken seçim şart. Bu bütün büyük hukukçuların kanaatidir. Yoksa şaibe olur, yeni bir tartışma başlatılır.

İkincisi Türkiye’nin şu anki siyaset psikolojisi ve toplumun psikolojisi iki yıl beklemeye tahammül edemez. Sonuç olarak çok yoğun bir ekonomik kriz yaşanıyor. 2001-2002 koşullarını yaşıyor Türkiye. O dönem de Devlet Bahçeli, “seçim zamanında (2003) yapılacak”, “erken seçim yok” dedi. Ama bir anda bir karar verdi seçime gitti ülke. Dolayısıyla şimdi de erken seçime Bahçeli karar verecek. Çünkü sadece AK Parti değil MHP tabanı da rahatsız bütün bu yaşananlardan. Dün Bahçeli’nin grup konuşmasında siyasi ahlak yasası derhal çıkarılmalı demesi boşuna değil.

Dahası AK Partililer şunu biliyor iktidar olan kendileri değil Bahçeli. Kitle kendini iktidar zannediyor ama her kararı veren Bahçeli. Dolayısıyla ben Cumhur İttifakı’nın da uzun süre kalabileceği kanaatinde değilim.

Kendiniz var olan siyasal denklemde nerede görüyorsunuz?

Biz kendi siyasal ilkelerimiz ve programımıza uygun biçimde siyaset yapıyoruz. Şunu unutmayalım bundan üç-dört yıl öncesine kadar Türkiye’de ittifak diye bir şey yoktu. Üç-dört sene sonra da olacağını kimse söyleyemez. Mesela parlamenter sisteme geçersek denklem değişir. Bu yüzden biz şu anda kendimiz kalıcı olmayan şeyler üzerinden konumlandırmıyoruz.

Biz ittifaklardan ziyade siyasetin kalıcı ilkeler üzerinde olması gerektiğini düşünüyoruz. Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’nin getirdiği ittifak anlayışının kalıcı ilkelere dayanmadığı kanaatindeyim, özellikle de Cumhur İttifakı için bu böyle. Bu ittifak ilke değil çıkar üzerinedir.

Peki seçim sürecine girildiğinde ne yapacaksınız?

Eğer seçime bu yapı ile girilecekse matematiksel olarak da duruma bakıp var olan seçenekleri değerlendiririz. Bizim bu konudaki temel bakışımız partiler arasında “diyalog”, “işbirliği” ve “ittifak” olmasıdır.

Ne demek bunlar?

Diyalog herkesle konuşabilmektir. Bu konuda herkese, her konuyu konuşmaya hazırız.

İşbirliği ise mesele bazlıdır. Yani mesele parlamenter sistem ise biz Sayın Akşener ve Sayın Kılıçdaroğlu ile ve diğer muhalefet unsuruları ile anlaşıyoruz ama mesela Libya, Doğu Akdeniz ve Azerbaycan konusunda ise iktidara destek verdik.

Mesela temiz siyaset talebinde ortak bir metinde anlaşabiliriz. İnfaz yasasında ortak bir talepte uzlaşabiliriz. Bütün bunlar muhalafet içinde işbirliği anlayışı ile gerçekleşir.

Peki ittifak?

İttifak ise işbirliğinin ötesinde bir şeydir. İttifak ortak bir siyasi kaderi paylaşmaktır. Ortak bir siyasi kaderi paylaşmak ise sistemin doğası gereği bile olsa kendi ilkelerinde dayanmak durumunda. Bu da seçim esnasında konuşulacak bir şey. Şimdi değil. Bunun şimdi konuşulmasını kim istiyor?

Kim istiyor?

Bunu isteyen Erdoğan’dır, Cumhur İttifakı’dır. Çünkü bu konuyu da bir kutuplaşma aracı olarak görüyorlar. Ve buradan doğacak kutuplaşmadan Cumhur İttifakı olarak istifade etmek istiyorlar. Bu yani kutuplaştırma, Tayyip Bey’in en iyi bildiği şey. Bizi bir kalıba koyarak kendisini konsolide etmeye çalışıyor. Ama biz öyle bir tuzağa düşmeyiz.

SOYLU’YA MÜTEŞEKKİRİM

Söz konusu siz olduğunda akla hep 7 Haziran – 1 Kasım 2015 seçimleri arası geliyor. Yıllar sonra o dönem için; “Bu iki seçim arasında olanları anlatsam sokağa çıkamazsınız” demiştiniz. Ne demekti bu?

Ben o zaman da anlattım ne demek istediğimi. Ama şimdi her şey daha ayan beyan ortada. Bu yüzden ben Süleyman Soylu’ya bu konuda müteşekkirim. O açıklıyor zaten her şeyi. Ben Doğu Anadolu’da askerlerle neredeyse nöbet tutarken, onlar Ankara’da benim aleyhime, beni devirmek için imza topluyorlardı. Şimdi bu, insanların içine çıkamayacak, insanların yüzlerine bakamayacak kadar büyük bir suç.

Tabi ekleyelim bana kumpas kuran sadece Soylu değil. Binali Yıldırım da, Berat Albayrak da o işin içindeydi. Hepsi el ele benim aleyhime kumpas kuruyordu. Talimatı da Cumhurbaşkanı vermişti. Allah aşkına bundan daha ağır suç olur mu?

Yine Bahçeli, ülkeyi o zor şartlarda hükümetsiz bırakmak adına tüm koalisyon tekliflerimizi reddetti. Bahçeli Ankara’da köşesinde oturup milliyetçilik yaparken, biz dağda şehit veriyorduk. Hatta anayasal hükümete katılmayı bile reddetti Bahçeli. Şimdi bunlar muteber, biz hainiz öyle mi?

İşte kastettiğim şeyler bunlar.

HIRS VE BEKLENTİLERİNİ FARKEDEMEMİŞİM

Siz Cumhurbaşkanı beni tanıyor, biz birbirimizi iyi tanıyoruz dediniz. Peki şimdiki Cumhurbaşkanı ile sizin iyi tanıdığınız Cumhurbaşkanı arasındaki fark ne ve bu farka yol açan ne?

Ben itiraf edeyim ki, bazı şeyleri iyi niyetimden ve samimiyetimden dolayı fark edemediğimi düşünüyorum.

Mesela?

Bazı hırsları, bazı beklentileri, bazı planları fark etmemişim. Yani onların baktığı gibi bakmamışım. Ama şimdi o zamandan bu zamana ciddi bir güç zehirlenmesi olduğunu görebiliyorum. O zaman tanıdığım Cumhurbaşkanı’nı şimdi tanıyamıyorum. Eğer beni yerine seçtiği zamanda düşünceleri bugünkü gibiyse; başbakan olarak beni tercih ederken seçim kazanabilmek için temiz siyasi kimliğimi, halk üzerindeki itibarımı, popülaritem kullanmış olduğunu düşünüyorum. O seçimi, Binali Yıldırım veya başka bir aktörle kazanamayacağını düşündüğü için beni kullanarak seçimi kazandı ve seçimi kazandıktan üç beş ay sonra da düğmeye bastı ve gücünü tahakküm ettikten sonra bizden kurtulma yoluna gitti. Bugün gördüğüm bu maalesef. Ya da…

Ya da…

Ya da gerçekten o sırada benim yaptığım bu temiz siyasetten, getirmek istediğim siyasal ilklerden rahatsız oldu ve zamanla değişti. Onu bilemem.

Helalleştiniz mi?

Ben kişisel haklarımı bütün yaratılmışlara helal ederim, çünkü onlar nezdinde helalliğe konu olan şeyler nihai kertede Allah’ın bir lütfudur. Kişisel haklarımı herkese helal edebilirim ama kamu hakkını ve kul hakkını asla helal etmem. Çünkü onun yetkisi bende değil.

KAMU HAKKIMI HELAL ETMİYORUM

Mesela nedir?

Mesela Şehir Üniversitesine yapılanlardan dolayı kimseye hakkımı helal etmem. Orada kayıtlı 7 bin öğrenci, yüzlerce nitelikli hoca var. Öğrenciler nitelikli bir okuldan hocalar işlerinden oldular. Onların hakkını ben nasıl helal edeyim? Bunların her birinin hakkı, ahı bugün çıkıyor.

Özetle kişisel şeylerden vazgeçebilirim ama kamu hakkından vazgeçmem. Mesele sadece Şehir Üniversitesi değil başka üniversite için de aynısını yapsaydı, onu için de hakkımı helal etmezdim.

Peker, “kamu bankalarından kullanılan krediler geri ödenmediğini” iddia ediyor. Oysa o dönemde Şehir Üniversitesinin kanuni hakkı olan yeniden yapılandırma ile ödeyemeyeceği bir borcu yoktu. Sadece faizleri ödeme aşaması gelmişti o kadar. Ama amaçları zaten tahsilat değil, üniversiteyi boğmaktı. Başardılar da. Ama tarihe üniversite kapatan bir barbar yönetim olarak geçtiler. Ben bu hakkı helal eder miyim?

Bu arada boğulan sadece Şehir Üniversitesi değil. Bilim, sanat, düşünce, fikir de boğuldu. Tarihimizde ilke kez vakfa kayyum atandı. Vakıf senetlerinin sonundaki bedduaya muhatap oldular.

ÖYLE BİR CÜMLEM OLMADI

7 Haziran – 1 Kasım seçimleri arasında gar saldırısı sonrasında oylarımız arttı dediniz mi?

Hayır asla böyle bir cümlem olmadı. Orada iki ayrı soru var. Birinde gar saldırısını sordular, sonra yapılan anket var mı, durumunuz nedir diye sordular. İkinci soruya “anketlerde durumumuz iyi diyorum” o kadar. Ama aradaki soruyu kaldırıyorlar.

Bu iki tarih arasına ilişkin hiç pişmanlığınız oldu mu? Söylediğiniz yanlış bir cümle ya da saldırılarla ilgili daha etkili bir soruşturma yaptırma gibi?

O dönemde TBMM’nde çoğunluğu olmayan bir hükümetin başbakanı olarak ülkenin bir taraftan siyasi bir istikrarsızlığa diğer taraftan ekonomik bir krize girmesine asla izin vermedim ve en önemlisi de demokratik hukuk devletinden taviz vermeden çetin bir terörle mücadele süreci yönettim.

Halkımız zor zamanda gösterdiğim bu çabaları en iyi şekilde takdir ettiği için 1 Kasım’da beni demokrasi tarihimizin en yüksek oyuyla başbakan seçti.

Ahmet Davutoğlu PolitikYol’a konuştu | “Devlet susarsa, illegal yapılar konuşmaya devam eder”

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

YAZARIN DİĞER YAZILARI