Cuma, Mart 29, 2024

Ahbap’ı sevmeyen sadece yandaşlar mı?

Türkiye’de devlet geleneği ne yazık ki, geçmişten bu yana sivillikten, STK’lardan korkmuştur. Çünkü devlet denetlenmek değil, toplumu denetlemek istemektedir.  Eğer Türkiye’de demokrasi güçlenecek, siyasi alan genişleyecekse bunun en güçlü aracı bizatihi siyasetse, onun yardımcı aracı STK’lardır.

Büyük felaket olarak tanımlayabileceğimiz depremin üzerinden 7 gün geçti. Bütün bu süreçte yaşadıklarımızdan birkaç sonuç çıkarmak mümkün. İlki, yakın zamanda yaşadığımız hiçbir depremden ders almamışız. İkincisi, deprem uzmanların uyarıları depremle birlikte TV kanallarının vazgeçilmezi oluyor, sonrasında her şey unutuluyor.

Bu dersleri çoğaltmak mümkün.

Bu depremin ortaya çıkardığı bir başka gerçek de örgütlü olsun, olmasın sivil toplum ve sıradan vatandaşların depreme müdahalede devletten daha hızlı olduğu.

Depremin yaşandığı bölgelerdeki insanların yakınlarını, komşularını kurtarmak için refleks göstermeleri doğal. Bunu tamamlayan ise örgütlü sivil toplum kuruluşlarının (STK) en hızlı biçimde deprem bölgesine varması, yardıma başlamasıdır.

Ama sorun şu ki, Türkiye’de devlet geleneği sadece topluma değil, toplum içinde organize olmuş STK’lara da tahammülsüz davranmaktadır.

Bu tahammülsüzlük sadece depremde zamanında değil normal zamanlarda da söz konusu. Devlet, özellikle toplumsal sorunlar konusunda duyarlı olan STK’lara, yardım kuruluşlarına ve sivil örgütlenmelere karşı da tahammülsüzdür.

Son günlerde Ahbap ve Haluk Levent’in diğer STK’lar ve toplumda güven kazanmış kişilerin hedef alınması bu yaklaşımın bir sonucudur

DEVLET TOPLUMA NEDEN KARŞI?

Peki neden?

Neden devlet geleneğimiz toplumdan, onun organize olmuş kurumlarından korkar?

Sivil toplum ister kavramsal ister siyasal, isterse yerel ya da ulusal düzlemde kullanılsın, devlet-toplum, kamu-birey ilişkisinde, toplumu/bireyi referans alan; bireyin/toplumun temel hak ve özgürlük alanını genişlemesini amaç edinen, sivilliği temel alan bir siyasallaşma pratiğidir. Bu yönü ile kendilerini siyaset dışı tanımlasalar da her STK siyasaldır.

Demokratik toplumlarda tanımlama büyük ölçüde budur.

Bizde ise kurumsal bir siyasallaşma olmadığı gibi, kurumsal bir sivil toplum geleneği de maalesef yoktur. Bu eksikliğin sebebi olarak, STK olmayan devlet eliyle kurulmuş kamunun işlevini üstlenmiş odalar, devletin özellikle girmediği alanlarda kurdurduğu ve desteklediği STK’lardan söz edilebilir.

Bunun yanında Türkiye’de hak, özgürlük, çevre temelli kurumlar çoğunlukla “marjinal örgütleri” temsil eden STK’lar olarak kriminalize edilmişlerdir. Bu kurumlar, gönüllü bağışlar ve yurt dışında aynı alanda çalışan kurumlarla dayanışma içinde varlıklarını sürdürebilmektediler.

Sorunun çözümü, soruna en yakın kişi ve kurumların ilk müdahalesi ile olur. O yüzden çözüm merkezileşme değil âdem-i merkeziyetin güçlendirmesidir. Sonuçta çözüm merkezileştikçe sorun da büyür.

NGO DEĞİL GONGO

Demokratik ülkelerde sivil alanda kurumsallaşan STK’lara NGO (Non-Governmental Organisation), iktidar güdümünde olanlara da GONGO (Government Operated Non-Governmental Organisation) deniyor.

Ve Türkiye’de ne yazık ki, her iktidar kendi STK’nı kurmuş, kendine yakın olan STK’ların güçlenmesini sağlamıştır. Ancak siyasi iktidar 2011 sonrasında giriştiği toplumsal mühendisliğin parçası olarak kendine yakın STK’ları devletin tüm damarlarına sızmasını sağlamıştır.

Devlet imkânlarının bu kurumlara sağladığı maddi ve manevi destek ve devlet koruması bunun anlayışın doğal sonucudur.

Bu tablonun en bariz sonucu da sivil toplumun, devletleştirilmesi ya da iktidar güdümüne alınmasıdır.

Bunun dışında kalan tüm kurumlar, girişimler siyasi iktidar için tehlike oluşturmaktadır.

YARDIMLARIN TEKELLEŞMESİ

Son depremde sivil toplum ilk müdahaleyi ederken devletin resmî kurumları ancak ilk 48 saat sonrasında sahaya çıkabildi. Dahası yardımlar ve müdahaleler ancak devletin kurumu olan AFAD üzerinden yapılması yani yardımların ve müdahalelerin tekelleşmesi ile talep edildi. Bunun mevcut sistemin doğal bir sonucu olduğunu söylemek mümkün.

Ancak bu, yardım ve müdahalelerin etkisini büyük ölçüde azaltmıştır.

Çünkü sorunun çözümü, soruna en yakın kişi ve kurumların ilk müdahalesi ile olur. O yüzden çözüm merkezileşme değil âdem-i merkeziyetin güçlendirmesidir. Sonuçta çözüm merkezileştikçe sorun da büyür.

Bu yaklaşım da sivil toplumu yok sayan, ona güvenmemenin doğal bir sonucudur.

Bu da Türkiye’nin temel sorunudur.

DEMOKRATİKLEMENİN YOLU SİVİL TOPLUMDAN GEÇER

Oysa demokrasi de sivil alanın genişlemesi ve devletin alanın küçülmesi ancak devletin denetlenebilir olmasıyla mümkündür. Bunun en güçlü aracı bizatihi siyasetse, onun yardımcı aracı STK’lardır.

Siyasi alanın bizatihi siyasiler tarafından daraltıldığı günümüz Türkiye’sinde muhalif partilerin Meclis’te sahip oldukları “salon siyasetinin” imkânlarını sivil toplumla birleştirmesi gerekiyor. Yani siyaset, sivil toplumun imkânlarını, sivil toplum da siyasetin imkânlarını daha etkili kullanmalı.

Bu önerme, siyasetin doğal parçası olan sivil toplumun, muhalefet siyasi partileriyle işbirliği yaparak toplumsal muhalefetin güçlenmesi fikrine dayanıyor.

Bugün Türkiye’de muhalif siyasetin yapması gereken de budur. Deprem bunun için bir fırsat sunmuştur.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI