Cuma, Nisan 19, 2024

Ah şu bilim, ah şu eğitim sistemi!

Alman çocukları nasıl eğitim alıyor diye sorunca aklımıza ilk gelen kavram, hiç şüphesiz, disiplin. Neredeyse elli altmış yıldır değişmeyen (!)- kemikleşmiş, istikrarlı bir eğitim sistemi çıkmış ortaya. Gelin bu köklü eğitim sisteminin nasıl işlediğine birlikte bir bakalım.

Bilim dünyasının en büyük handikabı, bugün doğru dediklerimize yarın yanlış demek herhalde. Google’da doğru bilinen yanlışlar diye basit bir arama yaptığımızda bizi hayrete düşüren onlarca bilgi karşılar bizi. Ne var ki hepimiz kendi çağımızın çocuğuyuz. Biraz göz atar, şaşırır, sonra da güncel hayatta elimizde ne varsa ona inanmaya devam ederiz.

Ama bazı şeyler var ki, zamana göre şekli değişse de önemi sabit kalır. Örneğin, “insan”. Ne kadar büyür, kaç yıl yaşar, zekasını ne belirler, zekaya göre mi başarılı olur… Bir dizi ucu açık soru. Büyümeyi ele alalım mesela. Ergenlik döneminin sona ermesiyle birlikte, fiziksel büyümenin tamamlandığını sandık yıllarca. Gerçekten de insan vücudundaki kemikler ve kas sistemi, hayat boyu ulaşacağı boyutun %95’inden fazlasına -kalıtıma bağlı farklılıklar olsa bile- ortalama olarak 18-24 yaş arasında ulaşır. Bu yaşlardan sonra boyumuz uzasa bile, çıplak gözün ayırt etmesi oldukça zor. Fakat bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, insan vücudunun belli kısımları ölene dek büyümeye devam ediyor! Bunun ilk örnekleri, kafatası ve leğen kemiği. North Carolina Üniversitesi’nde yürütülen bir çalışmada (2011) leğen kemiğinin, 20-79 yaşları arasında 2.5 santimetreye kadar genişlemeye devam ettiği kanıtlandı. Dikkat ederseniz, ileri yaşlardaki insanlar zayıf olsalar bile kalça ve bel kısımlarındaki kemikleri daha hacimlidir. Bu fiziksel genişleme, omurgayı esneterek belin 7 santimi aşacak şekilde enine büyümesini tetikliyor. Ve insan, eğer spor ve beslenmeyle fit kalabilirse, orta yaşlarda dahi küçük miktarlarda uzayabiliyor. Hani şu pilates uzatır mı uzatmaz mı diye tartışılan konu var ya; insanı pilates değil, egzersiz ve omurganın doğru duruşu uzatıyor olmasın…

İNSAN OLMAK…

Şaşırmayın, benim size bu yazıyla anlatmak istediğim insan anatomisi değil elbette. Dikkat çekmek istediğim nokta şu: Gerekli şartlar sağlandığında, insanın fiziksel olarak belli bir yaşa kadar büyüdüğünü kanıksamışız. Ve maalesef bu kadar nesnel bir olguda bile dünyaca yanılabiliyoruz. Diğer yandan, her yönüyle “insan” olabilmek için bir ömür gerekiyor! Çünkü insan bileşeni çok olan bir yaratık. Aktif öğrenip muhakeme yeteneğini geliştirdikçe, beyinde yer alan trilyonlarca sineptik bağ, olaylara ve sonuçlara göre yeniden kombinleniyor ve her seferinde farklı sonuç çıkıyor ortaya

Buraya kadar okuduysanız, öğrenme ve gelişmenin hayat boyu süreceği konusunda hemfikiriz sanırım. Ancak bu süreçte bilgiler belleğe işlenirken altın yıllar denilecek bir dönem var: O da 7-17 (kimi yerlerde +4 yaş) yaş aralığındaki eğitim-öğrenim dönemi. Dünya üzerindeki pek çok ülkede çocuklar bu zaman diliminde okula gidiyor; ilk öğretimi, orta okulu ve liseyi tamamlayarak hayat boyu sürdürecekleri mesleğin seçimini yapıyor. Bundan sonra profesyonel hayatın içindeki bizler, gençleri sözüm ona “profesyonelliğe” davet ediyoruz. Hata yapma fırsatları azalıyor ve eğer içselleştirilmiş bir öğrenme güdüsü yerleşmediyse, kişisel irade ortaya konmadıkça bu duygunun telafisi pek mümkün değil.

ÖĞRENMEYİ ÖĞRETEN EĞİTİM SİSTEMİ

Çocukluğumdan beri TV reklamlarından, billboardlardan, açık oturumlardan ve hatta Cem Yılmaz’ın ünlü cips reklamından eğitimle ilgili aklımda en net kalan şey şu: Eğitim şart. Eğitimin öneminin bir şekilde farkında olduğumuza eminim. Çuvalladığımız yer bu eğitimin nasıl verilmesi gerektiği. Yani “eğitim sistemi”. “Öyle bir eğitim sistemi olmalı ki” diyoruz şimdilerde; “çocuklar ezberlemesin de öğrenmeyi öğrensin; kaytarmasın, ama derse katılsın; öğretmenden korkmak yerine onu sevsin; bu yolda hiç yorulmasın, hep çalışsın.” Makul ve ideal değil mi?

Şimdi bu ütopik arzulardan realiteye bakalım. Ülkemizdeki eğitim sistemini yamalı olarak tanımlıyoruz. PolitikYol’da yazan yazarları karşılaştırsak bile neredeyse yazar sayısı kadar üniversiteye giriş sınavı adı çıkar. Kimi liseyi üç sene okumuştur, kimi dört, belki beş sene. Hatta bazısı orta öğrenimle birlikte. Peki bu işi sadece biz mi yanlış yapıyoruz ve bu kadar karıştırıyoruz?

Bu noktada değerlendirilecek çok ülke var tabi. Ama ben bu yazıda Türk ekollerinde sıkça örnek alındığını gördüğümüz Almanya’yı ele alacağım. Burada halkla iç içe pek çok gönüllü faaliyete katıldım ve Almanlar dahil farklı kesimlerden görüşleri kendi içimde yorumlama fırsatım oldu.

Alman çocukları nasıl eğitim alıyor diye sorunca aklımıza ilk gelen kavram, hiç şüphesiz disiplin. Bir önceki yazımda bahsettiğim üzere Almanya’nın kültürel kodu olan disiplin, eğitim sistemine de büyük harflerle adını yazdırmış. Ve oldukça yavaş değişen -hatta neredeyse elli altmış yıldır değişmeyen (!)- kemikleşmiş, istikrarlı bir eğitim sistemi çıkmış ortaya. Gelin bu köklü eğitim sisteminin nasıl işlediğine birlikte bir bakalım.

ALMAN EĞİTİM SİSTEMİ

Almanya’da eğitim “zorunlu”. Altı-yedi yaşına gelen çocuklar, öncelikle 4 veya 6 senelik ilkokul eğitimine (Grundschule) başlıyor. İlk yıllarda notla değerlendirme usulünün olmaması süper. Nota bağlı olarak sınıf geçme olayı üçüncü sınıfta başlıyor. Genellikle dört senede ilkokul tamamlanıyor ve “öğrencinin üniversite okuyup okumayacağına” göre müfredatı şekillendirilmiş birkaç farklı okul türünden birine devam ediyor çocuklar. Bunlar arasında Gymnasium denilen lise, bizim Fen ve Anadolu Lisesi olarak çevirebileceğimiz üst düzeyde eğitimin verildiği yer. Bu liselerdeki eğitim, diğerlerine göre iki (bazen üç) sene daha uzun sürüyor, ders sayısı daha fazla oluyor, konular daha ayrıntılı işleniyor. Öğrenciler, bu liseyi bitirirken matematik, İngilizce, fizik gibi temel derslerden ayrı ayrı yazılı ve sözlü sınavlara giriyor. Bu sınavdan elde ettikleri notlar ile son birkaç senedeki ders ortalamaları hesaplanarak öğrencinin “Abitur” notu ortaya çıkıyor. Yani Abitur notu, bizim üniversiteye giriş sınavı notumuza eş değer bir not. Daha sonra öğrenciler her bir üniversiteyi ve bölümü tek tek araştırarak istedikleri sayıda (10,15, 20…sınırsız) üniversite başvurusu yapıyorlar.

Diğer yandan, Gymnasium’a gitmeyen öğrencilere ne oluyor? Başka okullara gidiyorlar. Realschule (orta okul), Hauptschule (temel okul), Gesamtschule (ortak okul) ve özel ihtiyaçları olan öğrenciler için Förderschule (özel eğitim okulu) gibi seçenekler var. Bunların ortak noktası ise, bitirince üniversite okumaya hak kazan-a-mamak. Tabi bizim toplum kültürümüzdeki tabulardan bir tanesi bu. Üniversite okumayınca her şeyin bittiğini düşünüyoruz! Çünkü ülkemizde işsizlik had safhada ve etiketler çok önemli. Açıktan da olsa -açıktan eğitimi de küçümseme pahasına(!)- herkes bir üniversite okumalı anlayışı hâkim.

Oysa Almanya’da üniversiteye gitmemek medeni bir tercih. Önce ilkokulu bitiren çocukların hangi ortaokula devam edeceği aldığı notlara ve özellikle de sınıf öğretmeninin bildirdiği görüşe göre şekilleniyor. Yine de son kararı veliler veriyor. Eyaletlere göre değişmekle birlikte ortalama on senelik zorunlu eğitimin ardından üniversite okumak kadar, okumamak da doğal bir seçenek.

 

ALMAN EĞİTİM MODELİNDEKİ AYRIŞTIRMA İDEAL Mİ?

Bu konuyu, size kendi izlenimlerden ve Almanya hakkındaki fikrimin neden değiştiğinden bahsetmeden sonlandırmaya hiç niyetim yok doğrusu. Zira hayal kırıklığına uğramadım değil. Önceleri, eğitimin ücretsiz şekilde toplumun her kesimine sunulması çok büyük bir fırsat gibi gelmişti bana da. Ki hakikaten de bu mükemmel bir şey! Fakat çocukları 9-10 yaşından itibaren ayrıştırarak üniversite kariyerlerini hazır bir şablon gibi sunmak, onları fazlasıyla sınırlandırıyor maalesef. Teoride istenmese de pratikte bal gibi oluyor bu. Kendileri ve başkaları hakkında seslendirilmeyen öngörüler (bazen önyargılar) oluşuyor. Özellikle yabancı kökenli ailelerden gelen çocuklar, evde yeterli dil ve ilgi desteği görmediyse ilkokulda kendilerini gösteremiyorlar. Oysa göçmen psikolojisini araştıran çalışmalar, kendini özgüvenle ortaya koyma yaşının 14, 15, hatta 16’yı bulabileceğini gösteriyor bize. Dolayısıyla kapasitesi daha yüksek çocuklar, kendilerini başka okullarda, başka sınıflarda buluyorlar zoraki olarak.

Her ne kadar Realschule ve Gymnasium arasında geçişler mümkün olsa da bu duruma ender rastlanıyor. Çünkü müfredat farklı. Gymnasium’dan mezun olmadığı halde üniversite okumak isteyen öğrencilerde en sık görülen durum ise, kendileri için revize edilmiş Abitur okullarına devam etmesi. Evet bu ihtimal var, ama yaklaşık on beş sene hafifletilmiş bir eğitim sisteminde öğrenim gördükten sonra. Ki bunu göze almak hiç de kolay değil.

EZBERDEN KURTULMAK…

Almanya’daki eğitim sisteminde araştırmacı kişiliğin teşvik edildiği görülse de ezberci anlayışın hâkim olduğu yerler çok fazla. Ben muhafazakâr yönleriyle ünlü Bavyera eyaletinde yaşadığım için, diğer eyaletlerle kıyasladığımda bunu çok net görebiliyorum. Okullar doğrudan eyaletlere bağlı. Eyaletin izin vermediği ve ödenekle desteklemediği yenilikçi eğitim metotlarına pek sıcak bakılmıyor.

Sonuç olarak, çoğu yerde ortalamanın üstünde ve erişilebilir bir eğitim var. Ulusal anlamda ortaya iyi bir profil çıktığı kesin. Bir şekilde kariyer yapabiliyorsunuz. Meslek okulları size iş imkânı sağlıyor. Seçenek yelpazesi de geniş. Ama fazla standart. Bu da öğrenci tipolojisini daraltıyor ve farklılıklara toleransı azaltabiliyor. Standartların ya da size sunulanların dışında bir şey yapma ihtimali çok yok. Ve beni asıl düşündüren şey ise dünyaya açık insan yetişiyor mu, emin değilim. Bilim kendini yenileyebildiği gibi eğitim de esneyebilmeli. Bizdeki gibi her ay, her sene değil belki; ama kültürel dinamiklere göre çeşitlenebilmeli. “Demek sadece disiplin ve istikrar eğitim sistemine yetmiyor, aslolan içerik.” diyebilir miyiz o halde?

 

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI