Çarşamba, Nisan 17, 2024

Acıdan kaçış – sanal gerçekliğin morfin etkisi

Şayet bir VR gözlük fiziksel acıyı dindirmede morfinden bile daha güçlü olabiliyorsa, psikolojik acıyı dindirmede ne kadar güçlü olabilir?

Modern insan projesi neden çalışmadı? Neden mutsuz, amaçsız, ruh sağlığı darmadağın bireylerden oluşan toplumlar haline geldik? Bu sorunun yanıtlarını uzun süredir düşünüyor ve araştırıyorum. Vardığım sonuçlardan biri, insanın kendi varoluşuyla mücadele içinde, kendi bütünlüğünü reddeden bir varlık olduğu ve bunun acısını yaşadığı. Kendine, tabiatına, bedenine, ruhuna yabancı bir varlık… Aklı kutsayarak geri kalan “kirleticileri” (bedeni ve ruhu) bir kenara bırakmak gerektiğini savunan modern insan projesi “paramparça” insanlar ve insan toplulukları yarattı. Şimdi de kendi kendimize inşa ettiğimiz bu dünyadan kaçış planları yapıyoruz. Bu planlardan biri de, bize alternatif bir dünya ve mutluluk umudu pazarlayan sanal dünyalar.

Mevcut teknolojik imkanlarla şu anda sadece görme ve işitme duyularımızı kullanarak içine girebildiğimiz sanal dünya, yakın zamanda tüm bedenimizi ve uzuvlarımızı kendi boyutuna transfer edebilecek. Şu anda kullandığımız sanal gerçeklik (VR) gözlükleri bu filmin fragmanı diyebiliriz. Ama fragman bile bize öyle deneyimler yaşatıyor ve öyle sorularla baş başa bırakıyor ki, filmi merak etmemek de, umutlanmamak da, korkmamak da mümkün değil. Bu, insanın başına pek çok dert açabilecek, ama mevcut dertlerine de derman olabilecek bir potansiyel…

Bahsettiğim potansiyeli açıklamak için çok somut bir örnekten yola çıkacağım. University of Washington’da, vücudunda ağır yanık yaraları olan hastalarla çok ilginç bir araştırma yapılmış. Yanık hastaları, yara bakımı sırasında morfinin dahi hafifletemediği acılar çekiyorlar. Araştırmalarını tamamen bu acıların nasıl hafifletilebileceğine yönelten bir grup araştırmacı, denedikleri diğer yöntemlerin arasında farklı bir yönteme başvurmaya karar veriyorlar. Hastalara, kendilerine çok fazla acı veren bu tedavinin öncesinde VR gözlükleri takılarak sanal dünyaya geçiş yapmaları sağlanıyor. Burada karşılarındaki penguenlere kar topu attıkları basit bir oyun oynuyorlar. Deneyim, hastalar tarafından kişiyi içine alan ve o dünyanın içinde hissettiren bir deneyim olarak tanımlanıyor. Sonuçlar araştırma ekibini dahi şaşırtıyor: Hastalar, sanal gerçeklik gözlüğü ile normal şartlarda olduğundan çok daha az ağrı bildiriyorlar ve hatta bu sanal deneyimin, hastaların ağrılarını morfinden çok daha fazla dindirdiği ortaya çıkıyor.

Gözünüzde bir VR gözlüğü ile 100 katlı bir binanın tepesindesiniz ve tahta bir platformun ucundan aşağıya atlıyorsunuz. O kadar ürkütücü ve gerçek ki, adrenalin salgılıyorsunuz, kalp atışlarınız hızlanıyor, avuçlarınız terliyor…

Burada rol oynadığını bildiğimiz önemli bir mekanizma dikkat. Eğer dikkatinizi dağıtan bir uyaranla karşı karşıyaysanız, fiziksel acıyı daha az hissedersiniz. Zira birden fazla noktada kuvvetli bir beyin aktivitesi gerçekleşiyorsa, ağrı merkeziniz uyaranları daha hafif olarak algılayacaktır. Bu deneyden anlıyoruz ki gerçek hayatta yakalayamadığımız derinlikte bir deneyim ve dikkat düzeyi sayesinde hastaların ağrılarının hafiflemesi sağlanabiliyor. Bu gibi ağır durumlarda, morfin gibi son derece tehlikeli olabilen bir ilacın kullanımının azaltılmasını, hatta ortadan kaldırılmasını sağlayabilecek bir çözüm bulmak çok önemli bir gelişme. Ayrıca bize teknolojinin kullanım alanlarıyla ilgili bambaşka pencereler açan bir bulgu. Ancak benim kendi kendime sorduğum soru farklı:

Şayet bir VR gözlük fiziksel acıyı dindirmede morfinden bile daha güçlü olabiliyorsa, psikolojik acıyı dindirmede ne kadar güçlü olabilir?

Daha önce bu köşede pek çok defa beynin çalışma prensiplerini bilmenin ve lehimize kullanmanın hayatımızdaki sorunları çözmede yardımcı olabileceğinden bahsetmiştik. Beynin plastisite özelliği, yani kişinin yaşından ve hayatın hangi evresinde bulunduğundan da bağımsız olarak kendisini yeniden yapılandırabilmesi, bu konudaki en büyük yardımcımızdı. Plastisiteyle ilgili bilmemiz gereken en önemli noktalardan biri de bu çerçevede karşımıza çıkıyor: Beyni yeniden yapılandırmak için gerekli olan deneyimlerin gerçek dünyada yaşanmış olması gerekmiyor. Zira beyin, deneyimin “gerçek” olup olmadığıyla ilgilenmiyor; her durumda, deneyimden öğreniyor.

Sanal gerçeklik teknolojilerinin beyinde olumlu bir plastisite yaratabilmek için kullanılabileceğini öne sürmek mümkün. Şu ana kadar yapılan bilimsel araştırmalar bu yönde bulgular sunuyor.

Açıklanması gereken bir diğer nokta da, en azından şu andaki koşullarda, beyninizin sanal ve gerçek dünya arasında bir ayrım yapamıyor oluşu. Beyin çoğu zaman deneyimin gerçek olup olmadığının farkına varmıyor ve teknolojinin asıl dönüştürücü gücü de (iyi ya da kötü) burada ortaya çıkıyor. Henüz deneyimlememiş olanlar için küçük bir örnek verelim: VR gözlüklerle farklı deneyimleri yaşamanıza olanak veren bir VR oyun merkezine gittiğinizde size sunulan klasik deneyimlerden biri, bir gökdelenin en tepesinden aşağı atlama (atlayamadıysanız da itilme :)) deneyimi. Gözünüzde bir VR gözlüğü ile 100 katlı bir binanın en tepesindesiniz ve tahta bir platformun ucuna kadar gelerek aşağıya atlıyorsunuz. Yaşanan deneyim o kadar ürkütücü ve gerçek ki, önce beyniniz, sonrasında da vücudunuz gerçekten bir binanın tepesinden aşağı düşüyor olsaydınız vereceğiniz tepkileri veriyor: Adrenalin salgılamaya başlıyorsunuz, kalp atış hızınız tavan yapıyor, avuçlarınız terliyor, göz bebekleriniz büyüyor. Deneyimi yaşayan pek çok kişinin de çığlıklar içinde VR gözlüğü fırlatıp attığını görüyorsunuz… Bu küçük gerçek hayat deneyimi, bilimsel araştırmalardan gelen verilerle de pek çok defa doğrulanmış. Örneğin, Stanford Üniversitesi Sanal-İnsan Etkileşimi Laboratuvarı’nda yapılan araştırmalarda, sanal dünyada avatarın uzuvlarının işleyişinin tersine çevrilmesi durumunda insanların kendi kollarının ve bacaklarının kullanımını değiştirmesinin yalnızca 4 dakika sürdüğü tespit edilmiş. Kısaca beynimiz, sanal dünyalarda yaşadığımız deneyimleri gerçekmiş gibi algılayıp, gerçek ve somut tepkiler veriyor. Dolayısıyla, gerçekle sanal arasındaki ayrım ortadan kayboluyor. Belki de bu ayrım da bizim icadımız hatta isteğimiz; ama beynimiz ve bedenimiz böyle bir ayrımın da olmayabileceğini gösteriyor. En azından kısa vadede ve farklı yönde evrimleşmediğimiz sürece…

Bu durumda sanal gerçeklik teknolojilerinin beyinde olumlu bir plastisite yaratabilmek için kullanılabileceğini öne sürmek de mümkün. Yukarıda bahsettiğimiz araştırma örneğinde olduğu gibi, şu ana kadar yapılan bilimsel araştırmalar bu yönde bulgular sunuyor. “Sanal” gerçeklikte yaşadığımız deneyimler, “gerçek” gerçeklikteki algımızı ve hatta davranışlarımızı değiştirebiliyor. Bu durumda merakımı cezbeden soru tekrar aklıma düşüyor: Fiziksel acılarımızı dindirebilen sanal gerçeklik, kendi inşa ettiği “gerçek” dünyanın içinde sıkışıp kalmış, eksik, mutsuz ve anlam duygusunu yitirmiş modern insanın acılarını da dindirebilir mi?

Bu sorunun cevabını bir sonraki yazımda arayacağım.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI