Cuma, Nisan 19, 2024

6’lı Masayı bozmak ve dış politika: Peki muhalefet ne yapıyor?

Muhalefetin iç siyaset odaklı seçim stratejisinin doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, dış politikadaki sessizliğin hatalı olduğunu düşünüyorum. 

Türkiye Vizyonu açılımıyla seçim startını veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önce PolitikYol’da yazdığım “çok-ayaklı seçim stratejisi”ni uygulamaya başladı.

Bu stratejinin önemli bir ayağı, 6’lı Masa’yı bir taraftan en genelde, “Daha Cumhurbaşkanı adayları bile yok”, “Bize rakip olamazlar, seçim kazanamazlar” ya da “Türkiye’yi yönetemezler” söylemini tekrarlayarak eleştirmek, diğer taraftan da masayı ve masa içi ilişkileri bozmaya çalışmak.

Bu çelişkili bir tavır.  Eğer 6’lı Masa zaten güçlü bir alternatif değilse ve Türkiye’yi yönetme kapasitesi yoksa, o zaman, masayı bölmeye çalışmanın ne gereği var.

Çelişkili ama seçim kazanmanın da belki de son hamlesi.

HDP ve Kürt seçmeninin desteğini almak olanaklı ve gerçekçi değil. O zaman, seçim aritmetiği içinde, seçim kazanmayı garantilemek için 6’lı Masa’yı bölmek önemli ve stratejik bir hamle oluyor.

Bu bağlamda, Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın radarında iki parti olduğunu biliyoruz: Saadet Partisi ve İyi Parti.

Saadet Partisi, uzun zaman, Erdoğan’ın masayı bölme ya da ilişkileri bozma stratejisinin bir ayağı oldu. Ama, ağırlıklı olarak partinin lideri Temel Karamollaoğlu’nun dik duruşuyla ve son olarak parti kongresinde liderliğini pekiştirmesiyle, bu hamle çalışmadı. Çalışmayacak gibi de gözüküyor.

İyi Parti’de, Erdoğan’ın radarındaydı. Erdoğan, bugüne kadar, İyi Parti’ye ve lideri Meral Akşener’e olan yaklaşımında ve söyleminde, belli istisnalar dışında, çok sert ve dışlayıcı olmadı.

Bugüne kadar, aralıklı olarak, Cumhur İttifakı’nın ikinci büyük ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’den İyi Parti’ye “Yuvana dön” başlığında masadan ayrılma ve ittifaka katılma davetlerinin yapıldığını görmüştük.

Ama, Meral Akşener’e en ciddi ve açık teklif, Erdoğan’dan, G20 Zirvesi sonrası gazetecilerin sorularını yanıtlarken geldi: “…İP’nin bunlarla  aynı çizgiye düşmesi, tabii düşündürücü. Onlar niye bunlarla aynı masaya düşüyor… Temenni ederiz ki bunlar bir dönüşüm yapmak suretiyle gerek bu masayı terk etmek gerekse milli ve yerli bir duruş sergilemek üzere konumunu yeniden gözden geçirir.”

Meral Akşener, bu çağrıya ret cevabı verdi.

Ama, Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın masayı bozma stratejisi devam edecektir.

Çünkü, bu stratejinin uygulanmasının temel nedeni, çelişki içerse de Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakının Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimlerinin ikisini de kazanmasının hiç de kolay olmadığı.

Bu seçimlerin sonucunda, Erdoğan ve Cumhur İttifakı, her iki seçimi kazanabilir; bu bir olasılık.

Fakat, her iki seçimi de ya da birisini kaybetmek, diğer değişle, muhalefetin her iki seçimi ya da birisini kazanması da gerçekçi ve ciddi bir olasılık.

2023 seçimlerinde, Cumhur İttifakı, lider odaklı seçim stratejisinde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine büyük ölçüde odaklanmış görünüyor. Ama, Parlamento seçimlerinin kazanılmasının da kolay olmadığını görüyor.

Tersten okursak, muhalefetin seçimleri kazanma şansının ciddi bir olasılık olması hâlen, muhalefetin yavaşlığına ve durgunluğuna rağmen devam ediyor.

6’lı masayı bozmak, stratejik bir hedef olarak devam edecektir.

DIŞ POLİTİKA

Erdoğan’ın seçim stratejisinin ikinci önemli ayağı, dış politika ve “Erdoğan’ın bölgesel ve küresel  liderliği”nin sadece içerde değil, dışarıda da kabul edildiğinin sürekli vurgulanması.

Ukrayna Savaşı’yla Türkiye’nin bölgesel lider ve jeopolitik-jeostratejik kilit ülke konumu bir kere daha ortaya çıktı.

Türkiye’ye, özellikle Batı’da, küresel ölçekte ilgi artıyor.

Türkiye-ABD, Türkiye-NATO, Türkiye-AB, Türkiye-Avrupa ilişkilerinde “güvensizlik” ve “güvenilir ortak olmama” durumu hâlâ geçerli ve tüm aktörler bu durumu biliyorlar ve kullanıyorlar.

Her ne kadar Erdoğan’a güvensizlik ve Erdoğan-Putin ilişkisinden rahatsızlık devam etse de “Bir dönem daha Erdoğan’la” fikri Batı’da, seslendirilmese de satın alınmaya hazır bir fikir olarak masa da duruyor.

Ama, Türkiye’nin kilit aktör konumu ve vazgeçilemezliği de devam ediyor.

Bu durumu son dönem yurt dışında katıldığım toplantılarda gözlemliyorum.

Geçen hafta, Cambridge Üniversite’sinde ve Londra’da, Türkiye dış politikası, Türkiye-Almanya-Britanya ekseninde ve Türkiye-Batı ilişkileri içinde konuştuk.

Güvensizlik ve güvenilir ortak olmama durumuna rağmen, Türkiye’nin önemi ve “vazgeçilmezliği ortak” konumu sıklıkla tekrarlandı.

Bu olumlu olmakla birlikte, güvensiz ama vazgeçilmez ilişkinin, tam üyelik ya da stratejik ittifak ilişkisini içermediğini tam da aksine, “alışveriş” ya da “araçsal” bir ilişki olarak görüldüğünü de söyleyelim.

Dahası, Erdoğan’ın, Ukrayna Savaşı ile ortaya çıkan ve uluslararası sistemde ve dünya siyasetinde çok ciddi değişimler yaratacak bugünün tarihsel bağlamını iyi ve lehine kullandığını da söyleyelim.

Her ne kadar Erdoğan’a güvensizlik ve Erdoğan-Putin ilişkisinden rahatsızlık devam etse de “Bir dönem daha Erdoğan’la” fikri Batı’da, seslendirilmese de satın alınmaya hazır bir fikir olarak masa da duruyor.

Erdoğan’da, bunu biliyor; “ikili manevra” olarak adlandırılan hem Putin ile hem başta Biden olmak üzere Batı liderleri ile hem Batı’yla hem Rusya’ya ilişkileri sürdürmek stratejisini oynuyor. Başarılı olduğunu da kabul etmeliyiz.

Bu ikili manevra içinde, G20 Zirvesi’nden dönerken gazetecilere söylediği önemli cümle de var: “Dış politikada uzun süre küslük olmaz, Esad ile de görüşülebilir.  Bu da, komşularla ilişkileri düzeltme hamlelerinin devam edeceği anlamına geliyor.

Bu noktada da ilginç bir durumun olduğunu görüyoruz.

2023 seçimlerinde, Cumhur İttifakı, lider odaklı seçim stratejisinde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine büyük ölçüde odaklanmış görünüyor. Ama, Parlamento seçimlerinin kazanılmasının da kolay olmadığını görüyor.

Dış politika alanı Erdoğan’ın “güçlü lider, güçlü Türkiye” sloganıyla önemli bir seçim stratejisini oluşturuyor.

Dış politika, aynı zamanda, bir taraftan, iç ve dış düşman referansı içinde devlet bekası ve güvenlikçi yaklaşımı meşrulaştırma, diğer taraftan da ciddi ekonomik, demokrasi ve kimlikler temelinde ötekileştirme sorunlarını maskeleme işlevi de görüyor.

Fakat, çelişkili olarak, Erdoğan’ın Suriye açılımı dahil dış politika söylemi, muhalefetin uzun zamandır dillendirdiği dış politika anlayışını ve uygulama çağrılarını haklı çıkartıyor.

Muhalefetin söylemini Erdoğan, kendi hamlesi olarak kullanabiliyor.

Peki bunu Erdoğan nasıl yapabiliyor?

Muhalefetin seçim strateji, güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş; ekonomi de “u-dönüşü” yapmak ve ekonomik sorunlara çözüm olmak; demokrasi, hukuk devleti ve yeni anayasa alanlarında değişim ve reform yapmak gibi genelde “iç siyaset” odaklı gözüküyor. Dış politika da sessizlik ve iddialı bir tavırda olmamak tercih edilmiş gibi.

Halbuki, dış politika Erdoğan için seçim kazanma da stratejik rol oynayacak önemli bir alan.

Muhalefetin iç siyaset odaklı seçim stratejisinin doğru olduğunu kabul etmekle birlikte, dış politikadaki sessizliğin hatalı olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’nin jeopolitik kilit aktör olarak öneminin arttığı bir küresel-bölgesel dönemde, dış politikanın ihmali ya da bu alanda sessiz olmak doğru bir tercih ya da strateji değildir.

6’lı Masa’ya bir kere daha hatırlatayım.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI