Türkiye'deki 50+1 seçim sistemi; temsil sorunu, çok partili sistem uyumsuzluğu, siyasi kutuplaşma, otoriterleşme gibi çeşitli problemlere kapı aralarken orta yol siyasetinin hayatta kalabilmesini zorlaştırmaktadır.

Türkiye'nin siyasi arenası, yıllardır devam eden tartışmalara sahne olan bir konseptle şekillenmektedir: 50+1 seçim sistemi. Bu sistem, bir parti veya adayın, toplam oy sayısının yarısından bir fazlasını alması gerektiğini belirtmektedir. İlk bakışta, bu sistemin demokratik bir seçim sürecini temsil ettiği düşünülse de detaylara inildiğinde, Türkiye siyasetinin bu sistemin gölgesinde nasıl homojenleştiği ve demokratik prensiplere nasıl meydan okuduğu açıkça görülmektedir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üzerinde birtakım değişiklikler yapılması gerektiğini söyleyerek gündeme getirdiği ve Türkiye'de 2017 yılında yapılan Anayasa değişikliği referandumu sonrasında uygulanmaya başlayan 50+1 seçim sistemi, siyasi arenada vuku bulan birçok sıcak tartışmanın özellikle muhalefet kanadının çeperindeki nedenini oluşturmaktadır. Türkiye'deki 50+1 seçim sistemi hem savunucuları hem de eleştirmenleri arasında süregelen bir tartışma konusu olurken sistem üzerindeki eleştiriler, daha genel bir çerçeveyle çoğunlukçu demokrasi ve otoriterleşme tartışmaları üzerinden şekillenmektedir.

50+1 seçim sistemi ile çoğunluğun temsil düzeninin meşruluğu inşa edilmeye çalışılsa da daha ziyade oy oranı büyük partilerin söz sahibi olduğu ancak küçük oy oranına sahip partilerin de demokratik bir ihtiyaçtan öte matematiksel bir ihtiyaç gereği ‘’muhatap’’ alındığı ve dolayısıyla eski sistemin koalisyon modeline karşı çıkılmasına rağmen yeni düzende çeşitli ittifakların kurulmasının kaçınılmaz olduğu bir çelişki tezahür etmiştir.

Esasında bu durum, çok partili demokrasinin çeşitliliği ve temsil ilkesine de aykırı bir tablo oluşturmaktadır. Keza 50+1 seçim sistemi seçmene, iki büyük parti ya da ittifaka mecbur bırakıldığı bir kısır tercih sunmaktadır. Bu durum siyasi kutuplaşmanın önünü açtığı gibi toplumsal birlik ve dayanışma yerine, rekabet ve çatışmayı ön plana çıkarmaktadır. Keza Türkiye’nin son yıllardaki siyasi ve sosyolojik yapısında yükselen kutuplaşma ortamı; toplumsal uzlaşma ve işbirliği kültürünün karmaşıklaşmasını artırmaktadır.

50+1 sistemi, bir partinin ittifaksız tek başına iktidar olabilmesini imkansızlaştırdığı gibi içerdiği güç açısından tek bir erkin keyfi uygulamalarına ve denetimsiz güce yol açabilecek bir potansiyeli de beraberinde getirmektedir. Netice itibarıyla bu durum, Türkiye siyasetinin denge ve denetim mekanizmalarındaki ayarları bozmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'deki 50+1 seçim sistemi; temsil sorunu, çok partili sistem uyumsuzluğu, siyasi kutuplaşma, otoriterleşme gibi çeşitli problemlere kapı aralarken orta yol siyasetinin hayatta kalabilmesini zorlaştırmaktadır.

Başka bir taraftan bakıldığında; 50+1 sisteminin mecbur kıldığı ittifaklar düzleminde tezahür eden ‘’partilerin aynılaşması’’ Türkiye açısından bir demokrasi çeşitliliği sorunudur. Keza AKP’nin zamanla MHP’leşmeye başladığı ya da CHP’nin sağ’a kaydığına dair eleştirilen örnekleriyle sistemin yarattığı ittifakların, partiler arası politik geçişlerin ideolojik sınırları da soyutlaştırdığı gerçeğini gözler önüne sermiştir.

Matematiksel hesapların yapıldığı bir seçim sisteminde ideolojik ilkelerin baskınlığı eski etkisini de kaybetmiştir. Dolayısıyla politik açıdan farklı eksenlerde yer alan kutupların birbirine ‘’bağlandığı’’ bir sistemin demokrasi ölçeği sorunlu olabildiği gibi gelecekte istikrarsız hükümet modellerini de inşa edebilme ihtimalini taşımaktadır.

Sistemin siyasi partileri benzeştirdiği bu homojenizmin aşırı boyutlara ulaşması, farklı seslerin bastırılması ve çeşitliliğin gölgede kalması anlamına gelmektedir. Bu durum, demokrasi ve özgürlüklerin kısıtlanmasına neden olduğu gibi etnik, kültürel ve sosyoekonomik olarak çeşitli bir topluma sahip olan Türliye’nin sosyolojik yapısına da bir kontrast oluşturmaktadır.

Sistem; mecburi ittifak çeperinde, ittifak ortaklarının herhangi bir konu üzerinde ortak karar alma zorunluluğunu ortaya koyduğundan ittifak ortaklarının birbirinden farklı düşünebilme ya da farklı düşünce sonucunda aksiyon alabilme alanlarını sınırlamaktadır. Bu durum halihazırda kısır bir döngüye sahip olan Türkiye siyasetinin üretim mekanizmalarını sekteye uğrattığı gibi ittifaklar arasında çıkan fikir ayrılığının ‘’krize’’ dönüşümünün bir sürpriz olmayacağı, hatta ittifakın iktidar sahibi olduğu bir ihtimalde devletin bekasıyla özdeşleştirildiği Türkiye siyaseti gibi örneklerde kitlenmiş bir tablo resmetmektedir.

Esas olan; ittifaklara mecbur bırakılmayan siyasi partiler arasında daha geniş bir temsil bölünümü sağlarken farklı kültür ve inançlardan oluşan değerlerin kapsadığı alanları büyüterek demokratik değerlerin uygulanması için çeşitli politika reformları gerçekleştirilebilmektir. Bu sayede Türkiye'nin zengin çeşitliliği siyasette daha fazla yansıtılabilir ki 2. yüzyılını karşılayan Türkiye demokrasisinin temel ihtiyacı bu gereksinimi hissettirmektedir.

Önemli olan soru şudur; şartlar, aktörler, partiler değiştiğinde Türkiye bu sistemi daha kaç yıl daha kaldırabilecek kapasiteye sahiptir? Ya da iktidara sahip olan ittifakın çatırdama durumunda, bu çatlağın sistem üzerinde açacağı gediğin zararı hangi boyutta olacaktır?

ü