Cuma, Mart 29, 2024

2.Abdülhamid neopatrimonyalizmi ve aydınlanmacı – despotizm dikotomisi

2.Abdülhamid’in modernleştirme ve meşrûlaştırma misyonu, aydınlanmacı despotizm dikotomisinin bir tezahürüdür; zira aydınlanmacı despotizm dikotomosinin paradoksu, kendi iç diyalektiğinden kaynaklanmaktadır.

‘’Babadan gelen miras ya da mülk’’ anlamına gelen Latince patrimonium sözcüğünden türetilen patrimonyalizm kavramı, Patron kelimesi ile enterkonnekte şekilde tüm siyasal ve sosyal yapının hükümdarın şahsi egemenliğinde bulunduğu yönetsel biçime karşılık gelmektedir. Neopatrimonyalizm, 1963 yılında Eisenstadt tarafından geliştirilmiş ve Batı dünyası dışındaki toplumların modernleşme deneyimlerinin moderniteyi üretmekten ziyade onu tahrif ettiklerini ortaya koyan bir kavramdır.

Neopatrimonyalizmi benimsemiş olan yaklaşımlar genel itibariyle II. Dünya Savaşı’nın son yıllarına kadar sosyal bilimlerde etkisi baskın olan klasik modernleşme teorisinin, bütün toplumlar için genel geçer ve evrensel olduğu varsayımına bağlı olarak, sosyoloji ve ilerleme fikriyatına dayalı modernist anlayışı yansıtmaktadır. Modernizasyonun bu tanımında, bilinen en yüksek uygarlık biçimi olarak kabul edilen Batı dünyasında yaşanan ilerlemenin modernitenin yaygınlaşmasına paralel olarak evrensellik kazanacağı varsayımına dayalıdır. Karl Marx’ın “sanayileşme açısından daha ileri olan ülke, daha az gelişmiş olan ülkeye gelecekteki imajını gösterir” ifadesi bu anlayışı özetler niteliktedir. Bu açıdan Neopatrimonyalizm, modernizasyon kuramının ortaya koyduğu ideal modernite anlayışının, Batı dışı toplumlarda tam olarak vücut bulamadığı ve modernitenin evrenselleşmiş meşruiyetini istikrara bağlamak amacıyla kullanışlı bir soyutlaştırmadır.

Osmanlı içtimai yapısına ilişkin yaklaşımda Halil İnalcık’ın da önemli argümanlarından birini oluşturan patrimonyal yönetim anlayışı, hükümdarın devlet yapısı içerisindeki idari organizasyonu kişisel aracı olarak kullandığı bir sultanizm formunu temsil etmektedir. Osmanlı Devleti’nde 17. Yüzyılda aşınmaya başlayan patrimonyalist yönetim anlayışı, II. Abdülhamid döneminde yerini Neopatrimonyalist bir yaklaşımla tazelemiş ve bu yeni siyasi kimlik, II. Abdülhamid’in yürüttüğü siyasal ve sosyal politik tutum çerçevesini oluşturan aydınlanmacı despotizm dikotomisiyle şekillenmiştir. II. Abdülhamid dönemi yönetim anlayışı, hem tradisyonel Osmanlı anlayışını hem de 19. yüzyıl siyasi ortamının zaruri kıldığı pragmatist politikaları kapsayan farklı siyasal kanallardan beslenmiştir. Orhan Koloğlu, II. Abdülhamid’in hükümranlık süresini yorumlarken; bunalımlar dönemi (1876-1882), sükût dönemi (1883-1895), ayrılıkçı milliyetçi isyanlar dönemi (1895-1908) ve Jön Türk akımının etkilediği başta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin rol oynadığı bir diğer bunalım dönemi (1908-1909) olarak kronolojik bir sıra dizerken, Kemal H. Karpat ise II. Abdülhamid’in yönetim tarzının padişahın taşımış olduğu kişilik özellikleriyle ile beraber, dünyada yaşanan gelişmeler ve Jön Türk muhalefetinin yanı sıra, imparatorluktaki kültürel ve demografik değişime paralel olarak şekillendiğini ifade etmektedir.  II. Abdülhamid’in modernleştirme ve meşrûlaştırma misyonu, aydınlanmacı despotizm dikotomisinin bir tezahürü olarak doğmuştur; zira aydınlanmacı despotizm dikotomosinin modernleştirme ve meşrulaştırma süreçlerindeki paradoksu, kendi iç diyalektiğinden kaynaklanmaktadır. İlk olarak devletin bekası adına halka rağmen yapılacak modernleştirmenin amacına ulaşması için sonradan halkın rızasını sağlamaktadır. Bu minvalde devletin devamlılığı adına reformların acilen, hatta halka rağmen yapılması gerekirken mezkûr reformları gerektiğinde halka rağmen yapma dinamizmi istibdat denen despotizmi, bu reformların gayesine ermesi adına halk tarafından içselleştirilmesini sağlamak ise aydınlatmayı ifade etmektedir. Dolayısıyla II. Abdülhamid idaresini kasten kullanılan “istibdat” kelimesi, aslında “aydınlanmacı despotizm” pratiğine karşılık gelmektedir.

2.Abdülhamid’in neopatrimontalist yönetim anlayışı; bir yandan çağın gereksinimlerine uymak için çeşitli modern kuruluşların inşa edildiği bir zemindeyken, diğer yandan da katı bir toplumsal dizayn tandansını barındırmaktadır.

30 yıl süren mezkûr istibdat döneminde yaklaşık 350 tane rüştiye (ortaokul) açılırken sadece 5 tane olan idadi (lise) sayısı ise 100’ü geçmiştir. Ancak François Georgeon’un yorumuyla mutlak bir otorite tesis eden II. Abdülhamid, 19. yüzyılın sonlarında Osmanlı bürokratik hegemonyasını egale ederek devlet mekanizmasının işlevselliğini, yeni bir kontrolör teşekkülle pekiştirmiştir. Bu yeni devlet pratiğindeki askeri bürokrasinin merkezi Yıldız Sarayı olurken sorunlara diplomatik yollardan çözüm üretme gayreti, devlet yönetimindeki olası askeri hegemonya ihtimali adına bir sigorta mahiyetine sahip olmuştur. II. Abdülhamid, bürokratik hegemonyayı pasifize ederken Yıldız Sarayı kadrosu ve jurnal sistemi gibi iki temel unsurdan faydalanmış sultana sunulan resmi maruzat imtiyazının, sadrazam ve şeyhülislam tekelinden çıkarılarak her daireye açık hale getirilmesi sultanın vali, vali yardımcısı, komutan, mutasarrıf, elçi ve konsolos gibi devlet görevlileriyle direkt temasa geçmesi ve sadaret ile diğer bürokratik makamların aradan çıkarılmasına neden olmuştur.

2.Abdülhamid’in neopatrimontalist yönetim anlayışı; bir taraftan çağın gereksinimlerine ayak uydurmak ve toplumsal ihtiyaçları da gidermek anlamında çeşitli modern kuruluşların inşa edildiği bir zemine sahip olurken diğer taraftan da toplumu sosyal anlamda ve kendi perspektifine göre -ki bu daha çok şer’i hükümler çerçevesinde tezahür eder- şekillendiren katı bir toplumsal dizayn tandansını barındırmaktadır. II. Abdülhamid dönemi içerisinde çeşitli alanlarda toplumun gereksinimlerine cevap vermek için izlenen batılı-toplumcu politikanın yanında Müslüman kadınların giyim tarzlarını belirleyen ve toplumsal normlara ters düşen ya da şer’i hükmün dışında kalan tarzda giyinmelerine engel olan sosyo-politik bir tutum da izlenmiştir. Neopatrimonyalist devlet yapısı, Müslüman kadının dini kurallara uymayan tarzına sınırlama getirerek, bir yandan ahlaki normları koruma arzusunu dışa vurmuş, bir yandan da muhafazakâr çevreye verdiği gizli tavizle, toplumsal meşruiyetini ve devlete yönelik toplumsal itaati korumaya çalışmıştır. Cevdet Kudret, II. Abdülhamid’in basına uygulamış olduğu sansür politikasıyla ilgili olarak geçmiş devlet refleksleri kökenli zengin bir mirastan faydalanıldığını ve sistemin geliştirilerek yasalardaki bütün boşlukların doldurulduğunu ifade etmiştir. Orhan Koloğlu, 30 yıllık bu baskı döneminin yayın hayatına başlayan gazetelerin ve dergilerin sayısı bakımından ikiye ayrıldığını; 1879–1887 yılları arasındaki yıllarda İstanbul’da ortalama 9–10 yeni yayının her yıl piyasaya çıktığını, 1888 yılından 1908 yılına kadarki ikinci dönemde yılda ortalama olarak bir yeni yayının görüldüğünü söylemektedir.

2.Abdülhamid yönetimi ile kendisine muhalif olan meşrutiyetçi Jön Türkler arasındaki cereyan eden siyasî mücadele, devlet eliyle yürütülen modernitenin, daha sağlıklı bir şekilde yol almasında olumsuz bir etkiye sahip olmuştur.

2.Abdülhamid’in yönetim anlayışı; tradisyonel Osmanlı devlet anlayışının dışında, Tanzimat Dönemi’nin de mirasını geliştiren ve bir taraftan çağın gereksinimlerine ayak uydurmak ve toplumsal ihtiyaçları da gidermek anlamında çeşitli modern kuruluşların inşa edildiği ve modernitenin devlet eliyle ‘’halk için halka rağmen’’ durumuyla yürütüldüğü bir mahiyete sahip olurken diğer taraftan da toplumu sosyal anlamda ve ‘’Devlet Baba’’ perspektifine göre şekillendiren katı, siyasi ve içtimai bir dikotomiyi temsil etmiştir.

2.Abdülhamid yönetimi ile kendisine muhalif olan meşrutiyetçi Jön Türkler arasında 1889-1908 yılları arasında kıyasıya cereyan eden siyasî mücadele, devlet eliyle yürütülen modernitenin, daha sağlıklı bir şekilde yol almasında ve modernitenin kurumsallaşmasında olumsuz bir etkiye sahip olmuştur. II. Abdülhamid döneminin otoriter konsolidasyonunun, özellikle basına uygulanan sansür ve muhalefet üzerinde kurulan baskı siyasetini tetikleyerek siyasî iktidarın rejimi ve kendini koruma duygusuyla muhalif hareketleri kontrol etmek istemesi bazı özgürlüklerin ve faaliyetlerin ya doğrudan yasaklanmasına ya da kısıtlanmasına yol açarken, bu tür güvenlikçi kontrol mekanizmalarının devreye girmesi, bütün devlet ve toplum sahalarına olumsuz yönde sirayet etmiştir.

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI