Çarşamba, Nisan 24, 2024

14 Mayıs’ın belirleyici dinamikleri

Cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında ise kazanmak isteyen adayların ve partilerin % 0,1 oy tabanına sahip partileri kendi ittifaklarına dahil etmek için gösterdikleri çabayı dikkate aldığımızda muhalefetin kaybedilecek her bir oyu iktidarın partisine ve adayına yarayacaktır.

Bu yazının amacı, 14 Mayıs tarihinde yapılacak seçimleri Türkiye’nin siyasal hayatında diğer seçimlerle benzeştiren veya ayrıştıran bazı dinamiklere yakından bakmaktır. Seçimlerin belirleyici dinamiklerini ilişkin değerlendirmeleri yaparken, 2023’de ilk kez oy kullanacak gençlerimizin henüz hayatta olmadıkları için şahit olamadıkları, 21-30 yaş arası gençlerimizin ise bebek veya çocuk oldukları için belki hatırlamakta zorlanacakları (okuyarak öğrenenler istisna) bir dönemi hatırlatmak gerekir.

1.İKTİDARIN YAŞADIĞI METAL YORGUNLUĞU

Öncelikle 2002 yılından bu yana iktidarda olan AKP hükümetlerinin metal yorgunluğunun belirleyiciliği altında bu seçimlerin yapılacağını belirtme fayda var. 21 yıldır süren AKP iktidarı geçmiş dönemlerini çıraklık, kalfalık, ustalık dönemleri olarak adlandırmıştı. Önümüzdeki dönemi bu silsilede adlandıracak yeni bir isim bulmakta zorlandıklarından olsa gerek, yeni dönemi “Türkiye Yüzyılı” olarak isimlendirmeyi tercih etmişlerdir. Siyasal iletişim açısından yurttaşların zihnindeki silsile bozulduğu için bu sloganın toplumda ne ölçüde karşılık bulduğunu bu seçimleri izleyerek hep birlikte öğrenmiş olacağız.

Söz konusu metal yorgunluğunun kan kaybına dönüşmesi nedeniyle AKP’nin kurucularının da aralarında olduğu pek çok kişi geçtiğimiz 21 yılda partilerinden istifa etmiş, hatta partiden ayrılanların kurduğu iki yeni parti Millet İttifakı çatısında muhalefet kanadında yer almıştır.

Türkiye Tipi Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimiz 2018’den Ocak 2022’ye kadar geçen süreç içinde ise (istifa kurumu üstü kapalı biçimde kaldırıldığından olsa gerek) 7 bakan görevden affını istemiş[1] ve bu bakanların yerine yenileri atanmıştır. Görevden alınan bakan ve bürokratların “af taleplerine” olumlu yanıt veren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a şükranlarını sunması ise dönemin ayırt edici bir özelliği olarak hatırlanacaktır.

Bu dönemde kuşkusuz muhalefet partileri içinde de kopmalar, yeni parti oluşumları yaşanmıştır. Muhalefet partilerinde ortaya çıkan kopmaların bireylerin “iktidar özlemine” bağlı olarak çıkması normal karşılanabilir. Ayrıca bizzat Cumhurbaşkanı tarafından dillendirilen metal yorgunluğu kavramı genellikle iktidarlara atfen kullanılan bir kavramdır.

Geçmiş 11 yılın yaşanan krizlerinden sorumlu tutulan partiler 2002 seçimlerinde baraj altında kalmışlar ve parlamentoya girememişlerdir. 21 yıllık AKP iktidarının ardından bugün geldiğimiz noktada yine benzer bir çerçeve ile karşı karşıyayız.

2.KOALİSYON HÜKÜMETLERİ

Bu noktada, AKP’yi 2002’de iktidara taşıyan süreçte kurulmuş olan koalisyon hükümetlerini hatırlatmak yararlı olacaktır. 20 Kasım 1991 genel seçimlerden 3 Kasım 2002 genel seçimlerine kadar geçen 11 yılda 3 genel seçim yapılmıştır. Seçimlerden sonra kurulan hükümetlerin tümü koalisyon hükümeti olarak kurulmuştur. 1991-1995 arasında DYP-SHP iki kez koalisyon hükümeti kurmuştur. 1995-1999 arasında DYP-CHP, ANAP-DYP (ANAYOL), RP-DYP (REFAHYOL), ANAP-DSP-DTP (Azınlık hükümeti ANASOL-D), DSP-MHP-ANAP (ANASOL-M veya Üçlü Koalisyon) hükümetleri olmak üzere 5 koalisyon hükümeti kurulmuştur.

Bu baş döndürücü tablo bize, koalisyon hükümetlerinden ve sürekli koalisyon görüşmeleriyle tansiyonu yükselen, nabzı hep yüksekte atan bir toplumsal hâle işaret etmektedir. İktidarların metal yorgunluğuna benzer şekilde, 1991-2002 yılları arasında halkın da hükümet yorgunu/siyaset yorgunu hâline geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Yukarıda saydığımız hükümetlerden 18 Mayıs 1999-18 Kasım 2002 arasında görev yapmış olan, ANASOL-M olarak isimlendirilen hükümeti çerçeveleyen gelişmelere bakacak olursak krizden başka bir şey görmek mümkün değildir. Hükümetin kurulmasından kısa bir süre sonra yaşanan 17 Ağustos 1999 depreminin getirdiği toplumsal kriz, 2001 yılında enflasyonun bugünküne benzer şekilde %70’lere ulaşmasıyla çıkan 2001 Şubat ekonomik krizi, ardından 19 Şubat 2001 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında çıkan siyasi kriz koalisyon hükümeti için sona giden yolun başlangıcı olmuştur. Üstelik Ecevit’in ilerleyen yaşı üzerinden muhalefetin yürüttüğü kampanya da sürece eklendiğinde, Cumhuriyet tarihinin toplumsal, ekonomik ve siyasal boyutlara sahip en derin krizlerinin bir arada yaşandığı bir dönem olarak anılır.

Toplumsal siyasal kültürümüzde yerleşik olan, koalisyon hükümetleri ile krizleri özdeşleştiren zihinsel kodların arka planında 1991’den 2002’ye yaşanan 11 yıllık sürecin etkisi olduğunu yadsıyamayız. Olağan yasama dönemlerini tamamlayamayan koalisyon hükümetleri yaşanan tüm krizlerin nedeni ve parlamenter sistemin bir eksikliği olarak görülmüştür. Sonuçta Parlamentoda bir partinin tek başına hükümet kuracak çoğunluğa sahip olduğu icraatçı hükümet özlemi 2002 seçimleri ve sonrasında seçmeni motive eden önemli bir faktör olmuştu.

Geçmiş 11 yılın yaşanan krizlerinden sorumlu tutulan partiler 2002 seçimlerinde baraj altında kalmışlar ve parlamentoya girememişlerdir. 21 yıllık AKP iktidarının ardından bugün geldiğimiz noktada yine benzer bir çerçeve ile karşı karşıyayız. Güçlü bir yürütme ve istikrar özlemiyle başlanan dönemin sonunda geldiğimiz nokta yeni bir koalisyonlar döneminin önünü açmaktadır.

Üstelik iktidarın son 10 yıldır dozunu giderek arttırdığı otoriter popülist söylem ve uygulamalar sonucunda iki kutup arasında aşırı gerilmiş bir toplumsal yapıda koalisyonların yaratacağı yıkıcı etki parlamenter sistemdekilerden daha zararlı olabilir. 2002 öncesindeki koalisyonlarda birbirinden farklı kanatlardaki partilerin liderlerini koalisyon görüşmeleri veya hükümet çalışmaları için aynı masa etrafında bir arada görmek mümkündü.

2002 sonrasında uzlaşma ve müzakere kavramlarının yerini istikşafı görüşmeler aldı, yeni dönemde görüşmeler sadece iktidar liderinin istediği partiler ve liderler arasında gerçekleşiyordu. İktidar partisi ile ana muhalefet partisi liderini geçmiş 21 yılda aynı kare içinde gördüğümüz görüntülerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

2015 genel seçimlerinin ardından 2017 referandumuna gidilen yolda AKP ile MHP arasındaki yakınlaşma, sonrasında Cumhur İttifakı ortakları olarak devam edecekti. AKP ve MHP üzerinde anlaştıkları resmi bir ittifak protokolüne sahip olmamakla birlikte, seçimlere Cumhur İttifakı olarak katılacaklar.

Bununla birlikte, MHP 14 Mayıs seçimlerinde yine aynı ittifak altında olsa da kendi logosu ve listesi ile seçime katılacağını açıkladı. Cumhur İttifakı’na son katılan ortaklar ise hem AKP hem de MHP’ye göre siyasal yelpazenin daha uç sağında yer alan HÜDA-PAR ve YRP olmuştur. Bunlardan YRP ile ittifak protokolü imzalanırken, HÜDA-PAR’ın AKP listelerinde seçilecek yerlerden aday gösterilerek, parlamentoda temsil edilmesinin sağlanması üzerinde anlaşıldığı kamuoyuna yansımıştır. Geçtiğimiz hafta DSP’yi Cumhur İttifakı’na dahil etme girişimlerinin olumlu sonuç verdiği anlaşılmıştır.

Bugün gelinen noktada seçimi kazanmak için %0,1 oyun dahi değerli hâle geldiğini ve büyük partileri yutma ihtimali taşıyan parlamento dışı koalisyonların seçimlerden sonra ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmediğimiz bir seçime hızla yaklaştığımızı söyleyebiliriz.

Kendisini ve Cumhur İttifakı’nı siyasal yelpazenin uç sağına taşıyan kararların kısa vadede AKP ve MHP içindeki görece liberal, yüksek kira artışları ve enflasyon nedeniyle yaşam standartlarında kayıplar yaşayan merkez sağ eğilimli grupların partiden kopmasına ve kendisine (taleplerine) uygun yeni parti/lider arayışlarına girmesine yol açabileceği tehlikesini göz ardı etmemek gerekir.

2023’de uygulanacak seçim sisteminin çoğunlukçu yapısını ve olası sonuçlarını iyi okuyan Cumhur İttifakı kendi koalisyon tabanını olabildiğince genişletme eğilimindeyken, Emek ve Özgürlük İttifakı içindeki partilerin seçimlere bazı seçim çevrelerinde kendi listeleriyle katılma kararları, CHP’nin 2018’deki Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin Memleket Partisi adayı olarak seçimlere katılma kararı alması suyun akışına aykırı tutumlar olarak okunabilir.

Muhalefet kanadına baktığımızda, ana muhalefet partisi liderliğinde bir araya gelen Millet İttifakı içindeki altı parti ve liderine yönelik iktidarın “altı benzemez” ifadesi farklı görüşlerdeki partilerin bir araya gelemeyeceğini ima eden bir yaklaşımdı.

Ancak bugün gelinen noktada seçimi kazanmak için %0,1 oyun dahi değerli hâle geldiğini ve büyük partileri yutma ihtimali taşıyan parlamento dışı koalisyonların seçimlerden sonra ne gibi sonuçlar doğuracağını bilmediğimiz bir seçime hızla yaklaştığımızı söyleyebiliriz.

3.TOPLUMSAL, EKONOMİK VE SİYASİ KRİZLER

Mahşerin üç atlısı olarak ifade edebileceğimiz bu krizlerin aynı anda ortaya çıkışı sadece yaşanan doğal afetlere bağlanamaz. Eğer kentsel rant uğruna dayanıklı kentler kurmak için oluşturulmuş imar yasalarını görmezden gelen imar afları çıkarılmamış olsaydı depremdeki kayıplarımızın sayısı bu kadar yüksek olmayacaktı, depremden etkilenenlere yardım ulaştırmak bu kadar zor olmayacaktı.

6 Şubat gecesinde ve gündüzünde yaşanan, 11 ilimizi çok büyük ölçüde etkileyen deprem felaketleri ile ardından gelen sel felaketleri karşısında ortaya çıkan toplumsal krizin boyutları ve sonuçları 1999’a göre oldukça ağırdır. Depremin hemen ardından geciken arama-kurtarma çalışmalarından çadır sağlamaya, enkazın kaldırılmasından cenazelerin defnedilmesine, sağ kurtulan depremzedelerin barınma, gıda, eğitim, hijyen, sağlık ve siyasal katılım gibi temel haklarının sağlanmasına hâlen çözülmeyi bekleyen toplumsal sorunlar hâlen ortadadır.

2022 yılında TÜİK rakamlarına göre %64,7, bağımsız kuruluş olan ENAG rakamlarına göre %137,5 olan enflasyon verilerinin işaret ettiği ekonomik krizin, enflasyonun etkisinin derinliği TL’nin değersizleşmesiyle ifade edilmektedir. Soğan fiyatları ile altın fiyatlarının kıyaslandığı, etiket savaşlarının başka mecralarda devam ettiği süreç önümüzdeki seçimin belirleyici faktörlerinden birinin mutfak olacağını göstermektedir.

Belki de tam da bu nedenle muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişisel konuşmalarını evinin mutfağından yapmasının ve yolsuzluklara vurgu yapmasının yarattığı toplumsal etkiyi göz ardı edemeyiz.

Önümüzdeki seçimlerde mutfaktaki yangının birinci elden tanığı olan kadınlar ve demokratik haklar konusunda, gelecekleri konusunda, eğitimleri konusunda endişeli gençler seçimin sonucunu belirleyecektir.

2017 referandumuyla geçtiğimiz Türkiye Tipi Cumhurbaşkanlığı Sistemi’nin tüm kurum ve kurallarıyla yürürlükte olduğu ilk, belki de son seçimler olacak. 2023 seçimlerinin kampanyasını iktidarın sağladığı kaynaklarla yürütecek olan AKP ve Cumhur İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan ile muhalefeti oluşturan ittifakların ve ittifak adaylarının yarışı elbette adil koşullarda olmayacaktır. Cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden bugüne kadar Türkiye’nin demokratik kazanımlar açısından yaşadığı gerilemenin, düşünce ve ifade özgürlüklerinin alanının daraltılmasının, yargının siyasallaşmasının yol açtığı ortamın iktidarın yarış hanesine olumsuz siyasal faktörler olarak yazılması muhtemeldir.

AKP’nin kendi içinde yaşadığı siyasal krizin bir başka göstergesi kurumsal krizlerin eskisi kadar hızlı çözülememesidir. Son dönemde deprem afeti sırasındaki çadır satışlarıyla tüm eleştiri oklarının hedefi hâline geldiği hâlde görevden affını iste(ye)meyen Kızılay başkanı ve vatandaşların cebini yakan yüksek enflasyonla ilgili eleştirilerin odağındaki Hazine ve Maliye Bakanı Nebati, içinde bulunduğumuz hâlin trajik bir ifadesidir.

Siyasal iletişim açısından bu makamların iktidar tarafından birer ‘’politik hava yastığı” ya da “hedef şaşırtıcı” olarak kullanılması ihtimalinin uzak olmadığını belirtmek gerekir. Depremle ve enflasyonla ilgili bütün eleştirilerin bu iki hedefe yöneltilmesi “hükümetin” bütüncül sorumluluğunu gözden kaçırmamıza yol açmaktadır. Kendi içindeki krizleri fırsata çevirmeye çalışan bu yaklaşım, “tek adam” iktidarının hegemonyasından bir an önce neden çıkmamız gerektiğinin altını çizmektedir.

4.GENÇ PARTİ FAKTÖRÜNE KARŞI MEMLEKET PARTİSİ FAKTÖRÜ

2002 genel seçimleri öncesinde Genç Parti ve lideri Cem Uzan’ın Türkiye çapında elde ettiği %7,5 oy oranıyla, 2023 seçimleri sonrasında Memleket Partisi ve lideri Muharrem İnce’nin seçim başarısı arasında çeşitli kıyaslamalar yapılacağını şimdiden öngörmek zor olmayacaktır. 2002’de parlayıp sönen (flash party) partinin bugün adını bilen gençlerin sayısı çok azdır. Büyük ölçüde sahip olduğu Star gazetesi ve Star televizyonu aracılığıyla yayınladığı reklamlarla yürütülen Genç Parti kampanyasının karşısında, büyük ölçüde sosyal medya (Instagram, tik-tok vs) üzerinden gençlere yönelik yürütülen kampanyası ile Memleket Partisi durmaktadır.

İki parti ve lider arasında köklü siyasal farklılıklar bulunmakla birlikte, bıkkınlık-yılgınlık içindeki yarı apolitik gençleri hedef kitle olarak belirlemeleri bu iki partinin ortak noktası gibi görünmektedir. 2002 seçimlerinde büyük ölçüde DSP’den Genç Parti’ye kayan oylar onu parlamentoya sokmaya yetmemişti ama DSP’nin baraj altında kalmasına yol açmıştı.

Kaldı ki, son yapılan araştırmaların ortalamaları Parlamento seçimlerinde Memleket Partisi’nin baraj altında kalma ihtimalinin yüksek olduğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla uygulanacak seçim sistemi nedeniyle, bu partiye ait oyların seçim çevrelerine göre değişmekle birlikte büyük ölçüde iktidarın hanesine yazılması sonucuna yol açma ihtimali de yüksektir.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri bağlamında ise kazanmak isteyen adayların ve partilerin %0,1 oy tabanına sahip partileri kendi ittifaklarına dahil etmek için gösterdikleri çabayı dikkate aldığımızda muhalefetin kaybedilecek her bir oyu iktidarın partisine ve adayına yarayacaktır. Dolayısıyla önümüzdeki seçimlerde mutfaktaki yangının birinci elden tanığı olan kadınlar ve demokratik haklar konusunda, gelecekleri konusunda, eğitimleri konusunda endişeli gençler seçimin sonucunu belirleyecektir.

[1] “Görevden alınan ilk bakan Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan oldu. Kanal İstanbul’un ülke gündemine olduğu günlerde Turhan yerine bir dönem İBB Genel Sekreterliği yapan başkan yardımcısı Adil Karaismailoğlu atandı. Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak ise 8 Kasım 2020’de bir Instagram mesajıyla görevinden istifa etti. Albayrak’ın istifasının ardından 2018 yılında birleştirilen Hazine ve Maliye Bakanlığı yeniden ayrıldı ve Lütfi Elvan ile Naci Ağbal atandı. Nisan 2021’de ise kendi dezenfektan firmasıyla Ticaret Bakanlığı’na yüksek fiyattan alım yapan Ruhsar Pekcan görevden alınarak, Mehmet Muş yeni bakan olarak atandı. Çalışma, Sosyal Hizmetler ve Aile Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk aynı tarihte görevden alındı. Bakanlık, 2018 öncesinde olduğu gibi, ikiye bölündü; Derya Yanık, Aile Bakanı; Vedat Bilgin, Çalışma Bakanı oldu. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, görevden af talebi Ağustos 2021’de kabul edildi. Selçuk yerine yardımcısı Mahmut Özer atandı. (Sonradan tekrar birleştirilen) Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, aralık ayında görevden alındı ve Nureddin Nebati yeni bakan oldu”. İstikrar vurgusu yapılarak geçilen yeni sistemde aynı dönemde Merkez Bankası başkanı 3 kez ve TÜİK başkanı 5 kez değiştirildi. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde 7 Bakan Değişti”, T24 internet sitesi, Erişim adresi:  https://t24.com.tr/haber/cumhurbaskanligi-hukumet-sistemi-nde-7-bakan-degisti,1011504, Erişim tarihi: 08 Nisan 2023

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI