Perşembe, Nisan 25, 2024

11 Eylül’ün 20. yılında Afganistan’dan çekilirken…

11 Eylül 2001

11 Eylül 2001 sabahı uzun ve uykusuz bir gecenin ardından New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ndeki (WTC) Ulusal İş Ekonomisi Derneği’nin (NABE) yıllık konferansının son günü etkinliklerine ve konuşmalarına katılmak üzere WTC’deki Marriott Otel’e geçtim. Sabah 6:00’da Hudson Nehri kenarında günün ilk kahvesini içerken olacaklardan habersiz bir yandan yapacağım görüşmeleri düşünüyor, bir yandan da yaklaşık iki yıldır gitmediğim anavatan hasreti ile Hudson’ın karşı yakasındaki New Jersey’e Boğaz’dan Anadolu yakasına bakıyor gibiydim bu serin Eylül sabahı. İçimdeki ürperti birkaç saat sonra bütün dünyanın gözleri önünde yaşanacak Al-Qaeda örgütünün Amerikan topraklarına yapacağı terör saldırılarının habercisi olmasa da saldırılar sırasında WTC’de olacaktım.

İlk uçak ikiz kulelerden ilkine girdiğinde WTC’de otelin konferans salonunda kahvaltı toplantısındaydım. Kahvaltı toplantısının sonuna yaklaşmıştık. Konuşmacı yatırım bankası Morgan Stanley’nin icra ve yönetim kurulu başkanıydı ve konuşmasının başlığı ironik bir şekilde “Wall Street’in Yıkılışı” (Collapse of the Wall Street) idi. Yıkılış ile ekonomi ve finans sorunlarının yaratacağı olası yıkım  refere edilse de Wall Street’e yaklaşık beş dakikalık yürüme mesafesinde olan WTC’da birazdan yaşanacak olan talihsiz vaka konuşmayı daha anlamlı yapıyordu.

İlk uçak WTC’e girdiğinde deprem etkisi yaptı otelin konferens salonunda. Depreme yabancı olmadığımdan gerek hissettiğimiz güçlü sallantı gerekse sonrasında konferans salonunun gösterişli avizelerinin şıkırdamasının devam etmesinden direkt deprem kanaati oluştururdu bende. Lakin sallantıdan hemen önce duyduğumuz ses, bomba olasılığını da akla getiriyordu. Devamındaki yaklaşık onbeş dakikayı hafızam çok net bir şekilde kaydedecekti: konferans salonunu yaklaşık 300-400 ekonomistin panik halinde terk edişi, WTC’daki otelin giriş katındaki lobiye inişimiz, lobide beş dakika tutuluşumuz, bu sırada yukarıdan yola düşen ne olduğunu anlamadığımız parçalar, yolda kaza yapmış birkaç araç… Beş dakika sonra bize otel çalışanları oteli terketmemizi, yukarıya bakmadan koşarak yolun (West Road) karşısına Hudson nehri tarafına geçmemizi söylediler. İkinci uçak gözlerimin önünde ikiz kulelerin ikincisine girdiğinde sabah ilk kahvemi içtiğim Hudson Nehri kenarındaydım.

Evet, oradaydım, sonrasında belleğimin önemli bir parçası olacak WTC’e yapılan bu terör saldırıları olduğunda oradaydım. Bu hikayemi benim gibi 11 Eylül’de WTC’de olan otelde olan başka hayatta kalanların hikayelerinin de yer aldığı Otel 9/11 kitabında yazdım. (Hotel 9/11: An Oral History from Survivors of 3 World Trade Center: https://www.amazon.com/Hotel-11-History-Survivors-Center/dp/0997860510).

11 EYLÜL SONRASI

ABD 11 Eylül travmasından medya, siyaset ve fikir kuruluşlarının çabaları ile oluşturulan kamuoyunu da arkasına alarak küresel İslamcı terörizm ile kendi toprakları dışında savaşmak için yanına NATO müttefiklerini de alarak Irak ve Afganistan’ı işgal ederek çıkmaya çalışacaktı. Ve iki onyıl sürecek ve daha da devam edeceğe benzer soğuk savaş sonrası bir döneme bizler şahit olacaktık. 11 Eylül’ün 20. yılında geriye baktığımızda Amerika’nın birçok yanlış stratejilerine, politikalarına ve en son Afganistan’dan çekilirken yaşadığı hüsrana rağmen bir konuda başarılı olduğunun altını çizmemiz gerekir: Başkan Bush tarafından küresel İslamcı terörizme karşı başlatılan, Obama ve Trump iktidarları tarafından devam ettirilen küresel terör ile kendi toprakları dışında mücadele etme politikasında Amerika başarılı olmuştur. Küresel İslamcı terörün tehlikesini, nefretini ve acımasızlığını gören, ve mevcut global düzende özellikle radikal dinci akımlarla beslenen, Amerika ve müesses nizam düşmanı terör gruplarının sosyolojik ve bölgesel bir gerçek olduğunu ve bununla uzun yıllar yaşayacağını anlayan Amerika, ‘reel-politik’ bakışı ile pragmatik bir yol seçmeye karar vermiştir: Küresel İslamcı terör ile kendi toprakları dışında savaşmak, bu terörü kendi toprakları dışında tutmak.

Afganistan’dan çekilmesi bütün dünyanın gözleri önünde bir başarısızlık gibi görünse de (ki başarısızlık boyutu aşikardır) ABD kısmen istediğini almıştır aslında: 11 Eylül’den sonraki 20 yılda ABD topraklarında ciddi bir küresel İslamcı terör saldırısı olmamıştır. 11 Eylül’ün faili Al-Qaeda ağı çökertilmiş, başta Osama Bin Laden olmak üzere elebaşları öldürülmüştür. Irak ve Suriye’de oluşan güç vakumuna küresel cihatçı teröristler savaş için çekilmiş, yerleşmelerine göz yumulmuş ve o topraklarda teröristler ile savaşarak ciddi zaiyatlar vermeleri sağlanmıştır. Sizler komplo teorilerine kulak asmayın. Amerika’nın amaçları ne Afganistan’ın doğal kaynakları ne de Irak’ın petrolüdür, Amerika’nın planları başkadır, halen dünyanın tehlikesini yeterince anlamadığı küresel İslamcı terör ve bununla olan savaştır. Amerika pragmatist davranıp şirketlerine (silah, petrol, vs.) avantaj sağlamış olabilir. Ama asıl amacı olan küresel İslamcı terör ile savaşı unutmamak gerekir.

Amerika’nın komplo teorilerinden bağımsız başarısız olduğu ciddi anlamda çuvalladığı konular: rejim ihracı, Ortadoğu ve Afgan coğrafyasına uygun, müttefikleri İsrail, Türkiye, ve Suudi Arabistan’ın güvenlik ihtiyaçlarını da karşılayacak bölgede rejim inşası. Burada ABD’nin 11 Eylül sonrası stratejik tepkisini ikiye ayırmak yerinde olur: 1) Küresel İslamcı teröre karşı Amerika topraklarında, ya da NATO müttefiklerinin topraklarında savaşmaktansa Ortadoğu ve Afganistan’da direkt müdahele etmek ve savaşmak. Bunu yukarıda detaylandırdık ve kısmen başarılı olduğunun altını çizdik. 2) Bush ve neo-con’ların başta Irak olmak üzere Ortadoğu coğrafyasında Amerika, NATO ve İsrail karşıtı Irak’taki Saddam gibi diktatörlere kitle imha silahları yalanları ve bahanesi ile başlatılan ve sonrasında ABD’de iktidarlar değişse de Arap baharı ile devam edecek olan ‘demokrasi’ ve rejim ihraç etme ve stabil ulus devletler kurmak. ABD bu ikinci konuda başarısız olmuş, Ortadoğu coğrafyasına istikrarsızlık, kan ve gözyaşı getirmiştir. Irak’ta Saddam, Mısır’da Mübarek, Libya’da Kaddafi gitmiş, Suriye’de Esad güç kaybetmiş ama rejim inşaları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İç savaşlar ve en iyi haliyle kaos, Mısır dışında Arap Baharı yaşayan Ortadoğu coğrafyasına hakim olmuştur. Afganistan’da 20 yılda merkezi bir iktidar ve güçlü bir devlet kurulamamıştır. Kabileler kültüründen gelen Taliban ABD daha çekilmeyi tamamlamadan iktidarı ele geçirmiştir. ABD burada nerede hata yapmış, ya da hangi noktada yanılmıştır, bunu kısaca irdelemek lazım.

ABD VE MÜTTEFİKLERİ NEREDE HATA YAPTI?

Bunu anlamak için yakın dünya tarihine ve Amerika ve müttefiklerinin geçmişte başarılı olduğu rejim inşa etme örneklerine bakmak gerekir. İkinci Dünya savaşından sonra hegemon güç olarak ABD, savaşın mağlupları Almanya ve Japonya’yı fiilen onyıllarca yıl yönetmiş, ordusundan ekonomik yapısına kadar planlamış ve liberal demokratik rejimler, kurumlar kurulmasını sağlamıştır. İki ülke de çok başarılı olmuş, ‘Hür Dünya’nın ve global ekonominin lider ülkeleri olmuştur. Keza Güney Kore, iç savaş ve komünist bloğun tehdidi altında olan Güney Kore Amerika’nın destek ve yardımları ile liberal demokratik bir rejim kurmuş, ekonomik bir dev haline gelmiştir. Amerika bu rejim inşası ve liberal demokratik kurumlar kurulmasını Dünyanın istediği yerinde sağlayabileceği illüzyonuna kapılmıştır, yanlış politikalar ve stratejiler ile Ortadoğu’da ve Afganistan’da başarısızlığa mahkum olmuştur. Ne Irak bir Almanya, ne Libya bir Japonya, ne de Afganistan bir Güney Kore… Başarısılığın diğer nedenleri, adına ılımlı İslam ya da siyasal İslam’ın sorunlara çözim olabileceği yanılgısı, ABD’nin bölgedeki dini ve dinin gücünü yanlış okuması ve kabilelerden oluşan Afganistan, Libya gibi toplumlarda ders kitabı tarzı bir ulus devletin kurulamayacağını anlayamaması ya da anlamamakta ısrar etmesidir.

ABD’nin ve müttefiklerinin şunu anlaması lazım ki Ortadoğu’da istikrar ve halkların mutluluğu bölgedeki laik, demokratik ve seküler güçlerle mümkün. Ve ABD’nin tek yapacağı bu konuda gölge etmemesi, rejim ihraç etmeye, müdahil olmaya çalışmaması. Hegemon güç olarak, acımasız ve gaddar global İslamcı terörizm ile savaşa liderlik edebilir ABD ve NATO, ama Ortadoğu’da rejim ihracı, ulus-devlet inşa etme stratejilerine son vermelidir. Ortadoğu ülkelerinin ilerlemesi, çağdaş ulus devletler kurmaları ve halklarının refahı için liberal demokratik rejimler ve kurumlar kurmaları için gereken liderlik kendi içlerinden çıkmalıdır, çıkacaktır. Buna fikri önderlik edecek olan da İslam coğrafyasında bir imparatorluğun kalıntıları üzerine çağdaş, demokratik, laik bir ulus-devlet kuran Atatürk’tür. Atatürk’ün şu sözü Ortadoğu devletlerine, liderlerine, müdahil olan Amerika ve müttefiklerine rehber olmalıdır: “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Afganistan’ı Taliban’dan, Ortaçağ karanlığından Afganlar kurtaracaktır. Suriye’de eğer bir gün demokratik bir rejim kurulacaksa bunu Suriye halkı kuracaktır. İran’da molla rejimi yıkılacaksa İran milleti yıkacaktır.

 

PolitikYol'da yayınlanan yazılar her gün öğlen mailinizde!

spot_img
PolitiYol Telegram'da

GÜNÜN YAZILARI

SÖYLEŞİLER

SOSYAL MEDYA

13,609BeğenenlerBeğen
10,160TakipçilerTakip Et
60,616TakipçilerTakip Et
9,354AboneAbone Ol

GÜNDEM

ÇEVİRİLER

Bir Cevap Yazın

YAZARIN DİĞER YAZILARI